Patricia Muradi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Patricia Muradi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2010 Pazartesi

GOLDEN RAM

I don’t know whether you are intrigued by or like mythology. Some stories are just like a joke, very interesting;
sometimes you get quite astonished by them. And some sound familiar; even if you might have read or heard
for the first time, they make you think, “I swear, I have heard this before!”.
One of the most important characteristics is that almost
all of the names mentioned in such stories are in
harmony with the story itself. The story titled “Golden
Ram” I will share with you in a while is one of the best examples
of this type of myths.
This myth has somewhat distinctive importance on account of
existence of some lessons, as well as some narrations similar to
those existing in all three Abrahamic religions.
We all evolve and develop without getting sick and tired since
the creation of the world. Regardless of how many advances
scientists make in technology, there are such behavior patterns
peculiar to human beings that they remain unchanged even after
centuries, thousands of years. I hear you ask, “What are they?”.
Let’s look at the years before Common Era to see what they are.
The Greek King Athamas grew bored with his wife, who never
stopped talking, and decided to get rid of her. Scilicet, men
would get bored of their wives and seek ways to get rid of them
due to the same reasons hundreds of years ago. Actually, at
present, the problem is not with the telly, modern world, ill
manners, but the typical and registered behaviors of both parties.
Finally he achieved his goal and married Princess Ino. But, his
ex-wife, Nephele, was very worried about her daughter Helle,
and particularly her son Phrixus. As a matter of fact, her
worries were right. Because, the new queen would do her worst
to expel the children from the palace to enable her own children
to succeed the throne. Ino would even be so cruel as to kill
Nephele’s children.
It was always the same, regardless of whether it was at the
Ottoman palace or at a European or mythological palace.

Because everyone wants their children to succeed the throne,
they take measures accordingly and try to control the fate of
others. Actually at present, when I think of our own children,
who are to compete with others just like race horses in
examinations they have to take, I believe that we deliberately
make the life difficult for ourselves. Anyway, let’s turn
back the story.
When the cruel Queen Ino started to work on her goal, luck was
also on her side. Because of bad harvest that year, the country
was threatened by famine. Taking this opportunity, Ino consulted
with soothsayers as to how they could get rid of that misfortune.
The solution offered by soothsayers was horrible.
Unfortunately, it was necessary to offer young prince Phrixus to
Gods in order to allay the famine in the country. Athamas was
on the horns of a dilemma and did not want to kill his son, but
as a king, he was to protect his people.
Nephele was horrified of the things she heard, and
started to say prayers desperately. Finally the
king reluctantly agreed to kill his son in order to
protect his people. Just as the little prince was
being led to the altar of his death, a wonderful
ram with a fleece of pure gold flew down from the
heavens, lifted Phrixus and his sister Helle on his back
and then flew away.
This glorious Golden Ram was sent by the God Hermes in
response to Nephele’s prayers. Now I think whether mothers’
fate will always be the same. Will mothers always remain as
a power that will protect their children under any
circumstances? Saying that this is one of the realities that
have remained unchanged for centuries, let’s continue
with the myth.
Meanwhile, Phrixus and Helle, flying high over the sea between
Europe and Asia were mesmerized by their view of the sparking
waters far below as they reflected the sun and the fleece of their
golden ram. But, a sudden gust of wind blew Helle off balance
and although she grabbed for the ram’s wool, it slipped from her
fingers and she fell into the sea. Phrixus wasn’t fast enough to
save her and his tears dropped like rain over what would later be
called the Hellespont, after the drowned princess.
With Phrixus on his back, the ram continued flying and landed in
a country called Colchis. He gave the golden ram to King Aeetes,
who welcomed him warmly, as a present, and married one of his
daughters.
Of course, the myth doesn’t end here. Due to the Golden Ram,
everyone’s eyes turn to Aeetes’ country Cochis. Many a hero
exposed their lives to get hold of the golden ram. However, let’s
see who they were and what they lived at another time.
With love,

30 Ocak 2010 Cumartesi

Acenteliğin On Kuralı!

Herkese bol gemili ve bol kazançlı günler dileyerek yazıma başlıyorum. Her zaman vurguladığım gibi işler hiçbir zaman dur durak bilmez. Bizler de perdesi hiç kapanmayan oyuncular gibi üzerimize düşen rolü oynamaya devam ederiz.
Bu her ülke için böyle midir?
İşimiz gereği yurtdışı trafiğimiz olduğundan bir çoğumuzun oralarda neyin nasıl yapıldığını değerlendirme imkanı mevcut. Türkiye dışındaki acentelerle de daimi bağlantımız olduğundan onların çalışmak konusunda kendilerini bizim kadar paralamadıklarına yakından tanık oluyoruz.

Genel olarak dünyanın hiçbir ülkesinde hele Avrupa da hiç kimse iş konusunu biz kadar takıntı haline getirmiyor. Durum bizim işkolik olmamızdan mı, yoksa onların duyarsızlığından mı kaynaklanmaktadır? Bilmem… Hiçbir zaman da bilemedim. Acaba onlar bizden daha çalışkanda hafta sonuna ve her ne hikmetse saat 17:00 den sonrasına iş bırakmamaktadırlar? Bunu da bilemiyorum. Bilen varsa beri gelsin biz de öğrenelim.
Bildiğim odur ki; armatörü de, acentesi de genel olarak hafta sonunda işe dönmekten pek hoşlanmazlar. Bir tek yurdum insanının sesi çıkmaz. Sabah, akşam, gece gündüz demez. İtiraz etmeden her ne vakit gerekirse çalışır. Oysa herkes bizim gibi değildir elbet.
Bunu ilk kez bir Cumartesi günü gemi gelecek diye ilgili armatörü aradığımda anlamak talihsizliğine uğramıştım.

Hoş ve pırıltılı bir yaz günü olduğundan; öğleden sonra şehir dışına gider ve biraz da denize gireriz hesapları yaparak e-maillerimi açmaya başlamıştım. (Kural 1: Asla düşünmeyecek. Hayatını önüne düştüğü şekilde yaşamayı öğreneceksin.)
Önemli bir şey var mı diye bakıyordum ki gözüme farklı bir gemi adı takıldı. Bu güne dek hiç denk gelmemiştim. Nedir acaba diye merakla mesajı açınca da bir gün evvel biz ofisten ayrıldıktan bir saat sonra atılan bir ileti olduğunu gördüm. (Kural 2: Hiçbir zaman mesajlarını kontrol etmeden uyumayacaksın. Varsa blackberry denen nesne de fazla uzağında olmayacak. Armatörler her nedense 24 saat bilgisayar başında olduğumuzu düşünmektedir.)

Eyvah ki eyvah Pazartesi günü tanker gelecekti. Gerçi bu güzel haberdi ama problem hangi rıhtıma, ne kadar mal getireceği ve dahi malın alıcısının kim olduğunun da belli olmamasıydı. Aklımı şöyle bir yoklasam da geçtiğimiz hafta içinde bu tankere ait bana ışık tutabilecek en ufak bir detay da bulamamıştım.
Acente bizdik. Şimdi oturup bir güzel teşekkür etmemiz gerekiyordu buraya kadar her şey tamamdı da asıl yapılacak işler için gereken bilgiler halen elimizde değildi. (Kural 3: Olsun! Hiçbir şey bilmesen de avucunu koklayıp bulmayı öğreneceksin.)
Dolayısıyla hemen harekete geçerek sağı solu aramalıydım. İyi de böyle araştırmaların ne denli hassas olduğunu gayet iyi bilirsiniz.
Aynı mal cinsini o yörede devamlı getirten birkaç kişi varsa araştırma yaparken son derece dikkatli olmak durumundasın. Kısaca aklına geleni arayıp da;
-Şu kadar ton, şu cinste mal acaba size mi aittir?
Diye soramazsın. Bu durumda ticari sırları açık etmiş olma riskin mevcuttur. Oysa iyi bir acentenin aynı zamanda ağzı sıkıdır ve müşteri bilgilerini de asla dışarıya vermez. Eeee…??? Onu yapamazsın bunu yapamazsın. Nasıl bulunacak bu malın alıcısı. (Kural 4: Eh! Orasını da sen bileceksin. Aksi halde en ufak bir terslikte herkes dönüp dolaşıp kabağı acentenin kafasında patlatacaktır. Meşhur ‘Call the agent’ şiirini bir kez daha okumanızı öneririm. Şiiri hatırlamak duruma daha dikkatli bir yaklaşım sergilemenize yardımcı olacaktır.)
Peki, yapılacak ne kaldı? Çaresiz ülkeler arasındaki saat farkları nedeni ile zamanın dolması beklenecek, mesajı gönderen ve altına şükürler olsun ki cep telefonunu yazan kişi aranıp detaylar sorulacak. (Kural 5: İsteyenin bir yüzü kara vermeyen zencidir kuralı burada maalesef işlemez. İster verir, istemezse vermez. Bilgi Fizan’da da olsa gidip onu bulacak olan sensin! Çünkü sen acentesin!)
-Merhaba ben . . . . Tankeri ile ilgili olarak Mersin’de nomine edilen acenteyim. Sormak…
Dedimse de diyeceklerimi tamamlamak fırsatı bulamadım. Hattın karşı tarafındaki lafı ağzıma tıkayarak son derece keyifsiz bir sesle zaten bildiğim bir şeyi tekrar etti.
-Bu gün Cumartesi!
Ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Dolayısıyla sadece aynı şeyi tekrarlayarak devam etmeyi denedim. (Kural 6: İyi bir acente daima karşısındakinin psikolojik durumunu değerlendirmeyi ve bu doğrultuda gerekli davranışı sergilemeyi bilecek.)
-Evet bu gün Cumartesi. Burada hava pek güzel.
Diye söylendim gülümseyen bir sesle. Oysa karşımdakinin gülümsemek şöyle dursun bu sıkıcı konuşmaya bir an evvel son vermek istediği açıkça belliydi.
-Ben de onu söylüyorum bayan. Bu gün Cumartesi ve ben Cumartesi günleri çalışmam!
(Elimde telsiz telefon konuşurken ofisin içinde dolaştığımdan Cumartesi olduğu halde sanki haftanın ilk günüymüş gibi hararetle çalışan arkadaşlarıma şöyle bir baktım.)
Kilometrem yavaşça yukarı doğru tırmandıysa da sinirlerime hakim olmaya çalışmak durumunda olduğumdan sustum. Eh ne de olsa armatör her zaman haklıydı. Hele de haksız olduğu zamanlarda. (Kural 7: Haklı da olsanız sinirleri alınmış bir et gibi olacak ve karşınızdaki canınızı ne kadar sıksa da renk vermeyeceksiniz.)
-Haklısınız! Türkiye de de tatil aslına bakacak olursanız ama biliyorsunuz iş beklemez. Karşıdan ses gelmediğini görünce cesaretim arttığından güvenle devam ettim.
-Acenteliği bize verdiğiniz için teşekkürler. Hemen harekete geçiyoruz. Ama gerekli işlemleri başlatabilmek için elimizde yeterli bilgi yok ve işlemleri tamamlamak için de sadece bir-iki saat süremiz var. (Kural 8: Herhangi bir eksik bilgide suç hiçbir zaman armatöre ait olmayıp sen ‘Beceriksiz Acente’ damgasını yiyeceğinden alman gereken bilgiler en doğal hakkın olsa da ürkütmeden açıklayacaksın.)
Her nasılsa karşıdaki kendisine gelmişti. Gelmişti gelmesine de istediğim bilgiler Pazartesi gününden evvel elimde olamayacaktı. Çünkü sevgili armatörümüz tatil yapmak üzere şehir dışındaydı Ofisinden çok uzakta olduğu için de istediklerimi maalesef veremiyordu.
Veremedi de… Neyse ki bu tantana arasında kaptanın uydu telefonunu alabilmeyi başarmıştım. (Kural 9: Acil durumlarda kafanı çalıştırmayı bilecek ve teknolojinin nimetlerinden faydalanmaktan kaçınmayacaksın.)
Peki, biz ne mi yaptık? Şimdi bunu anlatacak olursam gereksiz zaman almış olacağım. Şuna da eminim ki bu satırları okuyor olan her acente arkadaşım böyle bir durumda işi kotarmadan o gece rahatça uyumaz.
Bu arada cep telefonlarımız, blackberry cihazlarımız, faks makinelerimiz, bilgisayarlarımız ve dahi kaptanlarla direk bağlantı kurmamızı sağlayan uydu telefonlarımız… İyi ki hepiniz varsınız ve yanımızdasınız. Teknoloji bu kadar ilerlememiş olsa ne yapardık bilmem.
Bunların olmadığı zamanlarda ne mi yapılırdı? Nasıl bilebilirim ki? Evvelki yıllarda işin içine dahil edilemeyecek kadar küçüktüm. Ofise gittiğimde yaptığım en keyifli eylemse teleks makinelerinin şeritlerini karıştırıp babamın ‘Ne yaptın sen yahu?’ diyerek zıplamasına neden olmaktı.
Konumuz hem denizcilik ve hem de hizmet vermek gibi iki farklı mesleği içerdiğinden her ne kadar zorlu olsa da keyif verdiği muhakkak. Onuncu ve de sonuncu kural da ‘Başarılı olmak için mesleğini seveceksin’ olacaktır. Aksi halde dayanmamız mümkün olabilir miydi?
Sevgiyle kalın.

2 Ocak 2010 Cumartesi

2010'a Uyarı

Sevgili 2010

Seni hepimiz hararet ve umutla bekledik ama bu bekleyiş sakın seni şımartmasın. Umarım ağabeyin 2009’un yaptığı hataları sen tekrar etmezsin! Anlayışlı ve kibar olur, sinirlerimi de zıplatmazsın. Dur canım neden geri geri gidiyorsun? Öpmedik, koklamadık, sana daha hiçbir şey yapmadık.

Doğrusunu istersen seni pek tanımıyorum, huyunu suyunu da bilmem ama ağabeyin 2009’un yaşattıklarını onayladığımı da söyleyemem.

Savaşlar, salgın hastalıklar, ülkeler arası karışıklıklar, kişisel kavgalar, seller, felaketler. Aslında bu olanların tamamını unutmak ve bir kez daha da hatırlamamak istiyorum ya neyse…
Of Tanrım… Sana bunları neden anlatıyorum ki? Henüz pek küçüksün. Yeni alınmış bir elbise kadar göz alıcı, genç bir bakire kadar dokunulmamışsın. Tüm yaprakların, hatta her saniyen tertemiz ve lekesiz… Sana baktıkça yüreğim ümit ve sevinçle doluyor.

Ben olup biteni sana anlatsam da aklın almaz, kafan karışıverir. Oysa ben senin hep taze ve dinç kalmanı istiyorum. Ne yalan söyleyeyim senden de pek çok şey bekliyorum. Bak istersen ağabeyin olacak o densiz 2009 ile yaşadıklarımızı tamamen unutalım ve senin tertemiz sayfalarına tarihi yeniden yazmaya başlayalım ha ne dersin? Sadece dinle, anlamadığın yerde de çekinmeden sor.

Senden öncelikle nasıl akıp geçtiğine dikkat etmeni istiyorum. Bu çok önemli hem de o çocuk aklının alabileceğinden de çok. Nasıl mı yapacaksın? Canım ben sana detaylı olarak söyleyeceğim telaşlanma. Bak şimdi; zamanın yavaşça geçmesini istediğim durumlarda bir kaplumbağa hızı ile gider, hızlıca akmasını dilediğimde de bir jet gibi hareket edersin. Hani mesela diyorum özellikle ay sonuna doğru çabucak geçiversen de bu yıl, ayın başıydı sonuydu diye beni uğraştırmasan iyi olur. Buna mukabil, elimi cebime her attığımda yüzümü kara çıkartmamanı rica ederim. Hem global ısınmaya katkıda bulunmadan güzel ve güneşli günlerinle içimi ısıtsan hep beraber yakıt masrafından da tasarruf etmiş olurduk.

Sevgiden yana sıkıntı çekmeyeyim. Etrafımdaki herkes ama herkes beni sevsin. Ben mi? Canım sen bana bakma! Ben etrafımı sevmesem dünyanın sonu mu gelir? Bırak şimdi bu detaylarla canımı sıkıp ukalalık etmeyi de sen dediklerimi dikkatle not alıver bakalım. Henüz okuma yazma bilmiyor musun? Yahu biz ne yaparız senle? Neyse neyse öğrenirsin.

Aklıma gelmişken; seni yaşarken bol bol seyahat etmeyi istiyorum. Bunların tamamı da hep telaşsız ve keyifli yapılan türde olsun bir zahmet. İçimde daha bir dolu istek var. Sana demesem de, burada açık etmesem de sen onların ne olduğunu pek güzel biliyorsun.

2010 bak buraya… O küçük omuzlarına bunca yükü verdiğim için üzgünüm ama sen büyüdükçe ne demek istediğimi zaten kendiliğinden anlayacaksın. Aslında ağabeyin 2009da anlamıştı ama pek takmadı ne yapalım. Sana diyeceğim daha neler neler var da böyle aniden karşıma gelince şaşırıverdim.

Ne söyledin anlamadım? Gelmekten vaz mı geçiyorsun? Valla kusura bakma! Öyle vazgeçtim demekle olmuyor bu işler. Önümüzdeki 365 gün için seni görevlendirdiklerine göre böyle bir şansın olmasa gerek. Hem baksana bize dünyaya geleceksin dediler geldik. Daha gidiş sıramız gelmedi gelince ne olacak bilmem. Hem o kadar korkma hani ben sana bunca şeyi anlatıyorum ama biz de alıştık iyi kötü yaşıyoruz işte. İstediklerimizi yapamazsan ne mi olur? Canım ne olacak 2010? Çok çok ağabeyin 2009’un arkasından yaptığımız gibi senin de dedikodunu yapıp ümidimizi 2011’e saklayacağız. Ancak sen pek zeki bir çocuğa benziyorsun. Anladığım kadarı ile seninle iyi anlaşacağız. Hadi bakalım gecikmeden bize katıl da bir an evvel beraber yaşamaya alışalım.

Değerli dostlar, eminim şu anda birçoğumuz çoktan geçmişin muhasebesine başlayıp yeni yıldan neler beklediğine dair kendi içinde ufak tefek hesaplaşmalara girdi bile.
Bir yıl gider, diğeri gelir. Değişen tek şey aslında takvimdeki yapraklardır. Yaşama sevinciniz azalmadan ümitlerinize sıkı sıkıya sarılmanız dileği ile.
Sevgiyle kalın.

16 Ağustos 2009 Pazar

7 Adımda Zaman Yönetimi:

Hayatınızın kontrolünün sizin elinizde olduğuna inanıyor musunuz? Zamanınızı dikkatli ve verimli kullandığınızı onu iyi yönettiğinizi düşünüyor musunuz? Belki bu konuya aldırmamayı tercih ediyor ya da es geçiyorsunuz. Ancak teknoloji çağını yaşadığımız şu günlerde ‘Zaman’ın yönetilmesi gereken önemli kavramlardan birisi olduğunu düşünüyorum. Zaman değerlidir! Bunu ister altın ile kıyaslarsınız ya da daha başka maddi bir değerle ancak ne yaparsanız yapın bu onun hayatın önem verilmesi gereken kavramlarından birisi olduğunu değiştirmez. O halde Zamanı yönetirken nelere dikkat edilmesi gerektiğine gelin hep beraber şöyle bir bakalım.
Plan yapma ve Not alma Alışkanlığı Kazanalım:
Mutlaka bir gün evvelden ertesi gün neler yapacağımıza dair kafamızda bir plan oluşturmaya gayret edelim. Önemliden önemsize doğru bir liste hazırlayarak programımızı şekillendirelim. Bu anlamda not almak bize daima yardımcı olacaktır. Yapılacakları yazıp gözümüzün önüne koyduğumuzda unutmak riskini de ortadan kaldırmış oluruz.
Gerçekçi Olalım:
Kendimizi dışarından yabancı bir gözle takip ederek hangi işe nasıl ve ne kadar zaman ayırdığımıza bakalım. Bununla da kalmayıp aslında ne kadar zaman harcamamız gerektiğini de ölçümleyelim. Ölçümlemeler esnasında kendimize karşı gerçekçi olmayı unutmayalım. Sonuç olarak sadece kendimize yardım etmeye çalışıyoruz. Bu bir yarış değil! Bu tip ölçümleri yapmak hem zamanımızı doğru kullanmamıza hem de gereksiz olanı elememize yardımcı olacaktır.
Erteleme Kavramını Hayatımızdan Çıkartalım:
Prensipli olmaya gayret edelim. Herhangi bir iş için ‘Yapacağım’ dediğimizde verdiğimiz sözden dönmeyelim. Zorlandığımız işlerde korkup kaçarak ertelemelere girişmeyelim. Ertelemek sonraki günlerde yapacağımız işler için vakit kaybı yaratacağından zamanımızı yönetebilmek şöyle dursun her şeyin allak bullak olmasına neden olacaktır.
Mükemmel Doğmak Ya da Olmak Zorunda Değilsiniz:
Kim mükemmel olmak istemez ki? Ancak günlük olarak yapmanız gereken işlerde her zaman mükemmeli yakalamak zorunluluğunuz olmadığını unutmayınız. Çoğu kez her şey en hatasız biçimde yapılmaya çalışılırken zamanın nasıl geçtiği unutulur ve yapılması gereken diğer önemli işlere fırsat kalmaz.
Çevre ve Aile Değişkenlerini göz ardı Etmeyelim!
Herkesin zamanı kendine ait olmakla beraber sevdiklerimize olan sorumluluklarımız gereği onları da yaptığımız program içerisine dahil etmemiz ve ayarlamalarımızı da onlara göre yapmamız gerekebilecektir. Buna hazırlıklı olmazsak karşılaşacağımız sürprizler hem tadımızı kaçırır ve hem de programımızı bozar.
Stres Vakit kaybının En Değerli Dostudur:
Yaptığımız programa yetişmeye çalışalım ve ertelemelere girişmeyelim demiştik. Bir şeylere yetişmeye gayret verirken çağımızın rahatsızlığı stres de ensemizde boza pişirecektir. Ona aldırmadan ve bizi esir almasına fırsat vermeden ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Unutmayın hiçbir şey dünyanın sonu değildir ama kendini strese kaptırmak insanın hem sağlığını tehdit eder hem de gereksiz zaman kaybettirtir.
Zamanı Yöneten Hayatını Yönetir:
Bildiğiniz gibi geçen zamanı depolayacak, bize geri getirecek bir mekanizma henüz icat edilmedi. Dolayısıyla elimizdeki bu süreyi en verimli şekilde kullanmak kendimize yapılacak en büyük iyiliklerden birisidir.
Kısaca zamanınızı yönetebiliyorsanız hayatınızı da yönetebiliyorsunuz demektir. O halde yöneten neden siz olmayasınız? Herkesin zamanına zamanında sahip çıkması dileği ile.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

13 Temmuz 2009 Pazartesi

8 ADIMDA UTANGAÇLIKTAN KURTULMA TERAPİSİ

Utangaçlık insanı kitleler arasında sessiz kılan, söyleyebilecek güzel bir şeyleri varken ona ket vuran arsız ve gereksiz bir engeldir. Öte yandan insanlar kendilerine yardımcı olmaya karar verdiklerinde bazı engellerin daha kolay aşılabileceği de bir gerçektir.
Karar vermek ilk aşamaysa da her şey bir anda başarılamaz. her şeyde olduğu gibi bunda da sabır ve emekle yol almak gerekir.
Bugün çok utangaç birisi iken ertesi sabah aniden uyanıp ‘Artık kimseden utanmıyorum, herkes benden utansın’ demek şansımız pek yoktur.
Kendimizle ilgili böyle bir şikayetimiz var ise bundan kurtulabilmek için öncelikle kendimizle iletişim kurmayı başarmamız gerekir.
Ruhumuzla bağlantı Kuralım:
Ruhumuzla bağlantımız sağlıklı olduğunda aklımıza takılan soruların en doğru cevabını yine kendimizden almak şansımız olacaktır. Günlük hayatın karmaşası içinde kendimizi dinlemek kimi zaman aklımıza bile gelmez. Böylelikle en basit ihtiyacımızdan bile habersiz yaşar gideriz. Oysa sağlıklı bulmadığımız alışkanlıklarımızı değiştirmek için kendimizden haberdar olmamız gerekir. Bu sayede sebeplerimize ulaşabilir daha huzurlu yaşamak şansını elde ederiz.
İletişim tamsa yola devam:
-Hangi durumlarda utangaç olduğumuza dair bir tespit yapmak başlangıç noktamız olacaktır. Bunu başından belirlemek çalışmalarımız esnasında zaman kaybetmemize engel olacaktır.
-Bir sonraki aşamada ise bu duygumuzun ortam, zaman ve insanlar açısından incelemesini yapmamız gerekecektir.
Bu iki önemli konu belirlendikten sonra kademeli olarak üzerine giderek problemimize çözüm bulmak için kendimize yardım etmemiz gerekecektir. Kendimizle ilgili problemlerde çözüme yönelik kararlar almak, moralimizi güçlendirerek olumsuzluğun üzerine daha büyük bir azimle gitmemizi sağlayacaktır.
Kimin yanında kendimi rahat hissediyorum?
Her konuda utangaç olmamız pek olası olmamakla beraber, böyle olduğunu düşünüyorsak bile yanında kendimizi nispeten rahat hissettiğimiz birileri illaki vardır.
Bu kişi annemiz, babamız, ailemizden birisi veya bir arkadaşımız olabilir. Kendimizi kimin yanında daha rahat hissediyorsak o kişi ile beraberken hareketlerimizi incelemeye alarak işe başlayabiliriz.
Bu kişi ile beraber olduğumuz zamanlarda nasıl rahat konuşup, nasıl rahat davranıyoruz. Bu anların resimlerini çekip kafamıza kaydedelim. Bu anların ve kendimizin farkında olalım. Gerekirse kağıda not alalım ve daha sonra gözden geçirelim.
Bundan sonraki aşama günlük hayatımızda ufak tefek uygulamalar yapıp kazanacağımız minik zaferlerle kendimizi desteklemek şeklinde bir çalışma olacaktır.
Rahatlık Uygulaması:
Kimi zaman kendimizi yanında pek rahat hissetmediğimiz bir insanla konuşmak durumunda bulabiliriz. Böyle zamanlarda:
-Konuşmamıza o insana bakmayıp farklı bir yöne bakarak başlayalım.
-Farklı bir yöne bakıp konuşmamıza devam ederken, yanında rahat konuşup, hareket ettiğimiz insanla ilgili aklımıza kaydettiğimiz anılarımızı geri çağıralım. Karşımızdaki insanın yanında rahat ettiğimiz o kişi olduğunu varsayalım.
Rahat olun kimse beynimizi göremeyeceğinden düşündüklerimizi sadece biz bileceğiz. Neyi nasıl hayal ettiğimizse sadece bize ait olacaktır.
-Bu uygulamayı yaptığımız ilk defalarda söyleyeceklerimizi mümkün olduğu kadar kısa tutma gayreti içerisinde olalım.

-Söyleyeceklerimizi tamamladıktan sonra cesaretimizi toplayarak, karşımızdaki insana bakalım. Sıcak bir şekilde gülümseyelim ve yanından ayrılalım. Gülümsemek için çaba sarf etmek gerekmez. Yüz kaslarımızı bildik şekilde oynatmamız yeterli olacaktır.
-Dikkat etmemiz gereken şeyler ise öncelikle az konuşmak ve konuşma tamamlandıktan sonra bulunulan mekandan ayrılmak olacaktır. Elbette bunu yaparken gülümsemeyi unutmayalım.
-Mutlak başarı istiyorsak önceden plan yapmak ve anı kafanızda oluşturmak daha faydalı olacaktır.
Yaptığımızdan hoşnut kalabilir veya hoşnutsuzluk duyabiliriz. Ancak ne olursa olsun
kendimizi tebrik etmek en doğal hakkımızdır. İlk uygulamada başarısız olsak dahi cesaretle ve azimle bu işin üzerine gitmemiz azımsanacak bir atak değildir.
-Bundan sonraki aşama, konuştuğumuz insanları çeşitlendirmek ve onlarla konuşma sürelerimizi de uzatmak olacaktır.
Genelleme yapmaya alışalım:
-Konuşma süremizi arttırmayı başardıktan sonraki adım ise genelleme yapmaya başlamak olacaktır. ‘Saat sormak’ kısa konuşmalar için biçilmiş bir kaftandır.
Uygulamaya yönelik minik bir örnek vermek bu aşamada daha destekleyici olacak diye düşünüyorum.
Saat Soralım:
-Alışveriş merkezlerinden birisine gidelim. Kolunda saat olduğunu gördüğümüz birisine saati soralım. Cevabımızı aldıktan sonra teşekkür ederek uzaklaşırken karşımızdaki insanın yüzüne bakarak gülümsemeyi ihmal etmeyelim.
-Bu sahneyi başarı ile tamamladıktan sonra daha uzun bir alıştırmaya geçebiliriz.
Dikkat etmemiz gereken insanlarla olan iletişimimizin süresini zaman içinde acele etmeden arttırarak güvenli bir biçimde davranışlarımızı oturtmaya çalışmaktır.
İkinci alıştırmada mesela bir adres tarifi isteyebiliriz.
Adres tarifi bazen hayat kurtarır:
-Yolda veya herhangi bir alış veriş merkezinde, tanımadığımız birisine, bir mağazanın nerede olduğunu soralım. Sorduğumuz kişi adresi bilmese de önemli olan insanlarla daha rahat ve uzun süreli iletişim kurabilmek adına bizim bu adımı atmaya gönüllü olmamızdır.
-Unutmayalım biz utangaçlığımızı yenmeye çalışıyoruz, insanlarda bize yardım etmek için orada. Yardım Meleğini ise kendimiz seçiyoruz.
Tanımadığınız insanlarla çok sınırlı konularda ve sınırlı zamanlarda konuşmak durumu söz
konusu olabilir. Kimi zaman konuşmayı uzatmaya kalkmak hatalı anlaşılma riski doğurabilir.
İçinizdekileri Paylaşın!
-Diyaloglarımızı arttırmak ve sürelerini uzatmak istediğimizde, ilk etapta aile içerisinden yardım almak işimizi kolaylaştıracaktır.
-Aile her şeyde olduğu gibi tüm başlangıçlar için en ideal ortamdır. Ancak her ortamda olduğu gibi bu ortamda da derdinizi anlatabileceğiniz ve anlatamayacağınız insanlar olacaktır.
Bunun için güvendiğiniz bir veya birden fazla insanı bir araya toplayarak onlara brifing verir gibi, bu durumu paylaşın.
-Ne kadar utangaç olduğunuzu ve bunu aşmak için neler yaptığınız gibi konuları onlara anlatmayı deneyin.
Bu bir nevi itiraf olup, sizde içinizdekileri dışarıya aktarmış olacağınızdan belli bir rahatlama duymanız kaçınılmaz olacaktır.
Bu tür brifingleri konuşmaya alıştığınızı hissedip, kendinizi daha rahat algılamaya başladığınız zamana kadar yapmanızı öneririm.
-Bu tür uygulamalar için haftada bir yapılan tekrar ideal olacaktır.
-Elbette her konuşmada nasıl utangaç olduğunuzu veya bu duyguyu yenmek için neler yaptığınızı anlatmak size sıkıcı gelebilir. Ancak her konuşmada kısa bir özet de olsa bu sorundan mutlaka bahsedin. Gelişme kaydettiğiniz durumları anlatın. Kendinizi biraz daha rahat hissettiğinizde de sevdiğiniz herhangi bir konuya geçerek bu konudaki fikirlerinizi onlarla paylaşın.
-Paylaşmak güzeldir, hele de sevdiğiniz insanlarla. Bu kısa uygulamalarla zaman içerisinde kendinizi daha rahat hissedecek ve süreçte de durumdan kurtulmayı başaracaksınız.
Her şeyde olduğu gibi bunda da istemek ve emek harcamak en önemli motivasyon kaynağımız olacaktır.
Patricia Muradi

12 Temmuz 2009 Pazar

10 Adımda İletişim Sanatı

İletişim duygu ve düşüncelerin belli bir amaca ulaşmak için karşımızdakilere aktarılmasıdır. Sözlü ya da sözsüz olsun sosyal birer varlık olarak biz insanlar için iletişim daimi bir gerekliliktir. Yaşadığımız yüzyılda da önemini kanıtladığından mutlu ve huzurlu olmak adına konuya özen göstermemiz gerektiği açıktır. Günümüzde neredeyse bir sanat olarak algılanan iletişimde başarı sağlamak için belli kurallara uymamız kanalların düzgün çalışmasına ve sosyal anlamda kendimizi daha rahat hissetmemize yardımcı olacaktır. Şimdi dilerseniz hep beraber iletişim sanatının 9 altın kuralına beraberce bakalım.
Vücut Dili ve gözler en değerli enstrümanlarımızdır:
Özellikle yüz yüze iletişimde temel kurallardan bir tanesi gerek kendimizin ve gerekse karşımızdakinin vücut diline dikkat etmemizdir. Ağzımızdan çıkan kelimeler ve vücudumuzun dili ne kadar uyumlu olursa iletişimde bulunduğumuz kişiler de söylediklerimizden o denli emin olacaklardır. Öte yandan karşımızdaki insanın vücut diline dikkat ettiğimizde elde edeceğimiz ipuçları da bir sonraki adım için strateji saptamamıza yardımcı olacaktır. İlgili insanlarla aynı ortam içinde iseniz doğrudan gözlerine bakarak konuşmak başarımızı arttıracaktır.
Her insana aynı yöntemler işlemez!
Aynı ses tonu ve benzer davranış tarzını benimseyerek her insan ile aynı şekilde iletişim kurmamız mümkün değildir. Bu anlamda yöntemlerimizi ve iniş çıkışlarımızı karşımızdaki insandan aldığımız elektriğe göre ayarlamamız gerekecektir.
Doğru zaman ve ortam şartlarını yakalamaya dikkat:
İletişime başlarken zamanlamaya ve doğru ortam şartlarının oluşup oluşmadığına dikkat etmek sanatın hakkını verebilmek için olmazsa olmazlardandır. Açlıktan bayılmak üzere olan bir insan önüne konmuş koca bir tabak mantıyı yemeye hazırlanırken ona perhizin faydalarından bahsetmek boşa harcanmış bir çaba olacaktır.
Sizin değil karşınızdakinin ihtiyaçlarına bakmayı öğrenin:
İletişim özellikle bir talep için yapılmaktaysa karşı tarafın ihtiyacı olan bir konu üzerinden başlamasına dikkat edilmelidir. Kendi ihtiyaçlarınızı sıralamak sonuç alamadan kanalların kapanmasına neden olacaktır.
Dinlemeyi bilelim:
İletişim esnasında karşınızdakini dinlemeye özen göstermelisiniz. Etkin dinleme sayesinde ihtiyaçları daha kolay anlayacağınızdan iletişimin amacına ulaşması için stratejilerinizi daha kolay saptarsınız. Kulaklarımız dinlemek içindir unutmayalım.
Konuşma dilini iyi ayarlayalım:
Konuşma dilinizi karşınızdakilerin anlayacağı şekilde kullanmaya özen göstermelisiniz. Sonuçta siz ne derseniz deyin söyledikleriniz ancak karşıdakilerin anlayabileceği kadardır.
Konuyu uzatmayalım net cevaplar verelim:
Size sorulan sorulara net cevaplar vermeye ve gerektiği kadar konuşmaya dikkat etmelisiniz. Diyaloğun uzaması kimi zaman karşınızdakini sıkacak, sorulara gereken cevapların verilmemesi ise kişinin aklında soru işaretleri uyanmasına neden olacaktır.
Olumsuz olmaktan ve emir kiplerinden uzak durmalı:
Kullandığınız cümle ve kelimelerin olumlu anlamlar içermesine, suçlayıcı ögeler ve emir kipleri taşımamasına dikkat ettiğimizde iletişim olumlu bir hava içinde sürecektir.
Empati bir Anahtardır kullanmasını bilene:
İletişimde bulunduğunuz kişilerin durumlarını anlamaya ve kendinizi onların yerine koymaya özen gösterin. Bu hem onları daha kolay durum analizi yapmanıza hem de kendinizi daha net ifade etmenize yardımcı olacaktır.
Gereksiz ısrardan uzak duralım:
İletişim kanallarının kapandığını anladığımız zaman ısrar ederek zaman kaybetmekten kaçınalım. Yapılan gereksiz ısrarlar kimi zaman bir sonraki diyaloğun başlamasına bir set çekecektir.
Bu altın kurallara uyduğumuz zaman hayatın hem daha kolay olacağını hem de düşündüklerimize daha rahat ulaştığımızı göreceğiz. Emek harcamaya değer. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

5 Temmuz 2009 Pazar

6 Adımda Pozitif Tartışma Sanatı:

Tartışma genellikle problem haline gelmiş bir durumu çözmek üzere yapılan sözlü bir fikir alış verişidir. Her ne kadar fikir alışverişine aracılık etse de bu işin nasıl yapılacağını bilmeyenler için tartışmanın tehlikeli olması kaçınılmazdır. Yolunu yordamını bilmeyenler için tartışma huzur bozan, insanı mutsuz edip moralini eksinin altına düşüren bir eylemdir.

Nasıl ve neden başlarsa başlasın sonunda birinin fikri galip gelecek olmadı orta bir yol bulunacak daha da olmadı problem çözümsüz kalacaktır.

Sonuçta haklı olanın fikrinin ortaya çıkması iyidir de, tartışırken sinirli davranan ve tartışmayı kavga ile karıştıran insanlardan birisi ile bu çoklu oyunu oynamak durumunda kalmışsanız durum sizi de zorlayacaktır.

Hemen her şeyde olduğu gibi tartışmada da belli bir adap ve uyulması gerekli kuralları vardır. Bu kurallar yazılı olmayıp, uyulmadığında hiç kimse sizi kanun zoruyla adapte etmeye uğraş vermez. Sonuçlarına katlanmaya hazırsanız, uymamak hakkınız daima saklıdır.

Tartışmaktan uzak kalmak her zaman için akıllıcadır. Diğer taraftan bu eylem içerisine girmek zorunda kalmışsak da adabına uymak gerekecektir. Bu hem iç huzurumuzu hem de insanlarla iletişimimizi korumamıza yardımcı olacaktır

Şimdi dilerseniz gelin tartışmaya girmek durumunda kaldığımızda gerek kendimize dikkat etmek ve gerekse karşı tarafı yaralamamak için yapmamız gerekenleri bir terapi tadında gözden geçirelim.

*Tartışma adabından habersiz olanlardan uzak durmaya çalışalım:
Her şeyde olduğu gibi tartışmanın da bir adabı olmakla beraber buna herkesin bizim anladığımız biçimde uyum göstermesini beklemek gibi bir lüksümüz yoktur. Bu nedenle açıkça gerekmedikçe özellikle tanımadığımız insanlarla tartışmaya girmekten daima kaçınmamız gerekecektir. Bu bilinçte bir davranış iç huzurumuzu korumamıza yardımcı olacaktır.
Sonucun ne olacağını bilemediğimiz gibi insanların davranışlarının biçimini ve sınırlarını da kestiremeyeceğimizden olumsuzluklardan uzak kalmamıza yardımcı olur.

*Tartışırken gözlerimize ve içerdiği anlamlara dikkat edelim:
Tartışma esnasında, gözlerimizi bilinçli kullanabilmeyi öğrenmek daima faydamıza olacaktır. Karşımızdaki insanın ne zaman gözlerine bakıp, ne zaman gözlerimizi üzerinden çekmemiz gerektiğini dikkatli ayarlamamız süreçte bize yardımcı olacak en önemli silahlarımızdan birisidir.
Karşımızda bulunan insana gözlerimizi dikmek kimi zaman meydan okuma, gözlerimizi kaçırmakta suçlamayı kabul veya ürkme anlamına gelebileceğinden, gereksiz yanlış anlamaları başından önlemiş oluruz.

*Vücut dilimize özen gösterelim:
Ne kadar soğukkanlı görünseniz de özellikle sizi iyi tanıyan insanlarla tartışma ortamı içerisinde kalmışsanız vücut dilimize dikkat etmek de işimizi kolaylaştıracaktır. Bazen yapılan ufak bir mimik o anda vermeyi istediğimiz mesajın yanlış algılanmasına neden olabilir.

-Eliniz kolunuz ne kadar ağrısa da asla kollarınızı kavuşturmamaya dikkat edin. Vücut dilinden zerre kadar anlamayan insanlar bile günümüzde kollarını kavuşturmanın karşındakinin fikrine katılmamak ve konuya kapalıyım mesajını vermek amacı ile yapıldığını varsaymaktadırlar.

*Ses tonumuzu duruma göre ayarlayalım:
Tartışma esnasında ses tonumuz ayrı bir özeni hak eder. Agresif olmaktan uzak sohbet havasındaki bir ses tonu daima lehimize bir puan olacaktır.

*Saygımızı ve sükunetimizi bozmamaya özen gösterelim:
Tartışmayı kan davasına dönüştürmemek için sinirli olsak da, bunu belli etmemeye saygı kurallarının gerektirdiği şekilde hareket etmeye özen göstermekte sürece uygun hareketlerden birisidir.

*Tartışma ortamı bir arena değil anlaşmazlıkların çözüldüğü yerdir:
Kendi fikirlerinizi kabul ettirmek için tepinmekten kaçınmak bizi daha az yıpratacaktır. Tartışma ortamını bilmediğiniz şeyleri öğrendiğiniz bir yer olarak kabul etmekte huzurunuzu muhafaza etmenize yardımcı olacaktır. Hiçbir konuda değilse bile karşınızdaki insanın ne zaman sinirlenebileceğini veya sınırlarını öğrenebilmek adına sakin olmak size kolaylık sağlayacaktır.

-Karşınızdaki insan dilediği kadar sinirlenebilir. Siz adrenalin seviyenizi normalde tutmaya özen gösterin. Bu hem vücudunuza zarar verip olumsuz değişiklikler yaratarak zayıf düşürür hem huzurunuzu bozar.
Gerekirse yanınıza bir paket çikolata bulundurun. Sinirlenmeye başladığınızı hissettiğiniz anda ağzınıza atarsınız. Kaldı ki sinirlerinizin gerilmesi tartışma bitiminden sonra bile sizi etkilemeye devam edecektir.

Bu ufak noktalara dikkat edildiği zaman tartışma sonucu ne olursa olsun, insanlarla yaşadığımız problemler daha az olur. Huzurumuz kaçmaz. Önemli olan huzur içinde yaşayabilmek değil midir?
Sevgiyle Kalın...

Patricia Muradi
Mayıs 2009 Genç Gelişim Dergisi

21 Haziran 2009 Pazar

10 Rules of Agency

I start my article by wishing everybody days with many ships and so much income. As I always emphasized, work never stops anyway. We go on playing our role like the players whose screen never closes down. Is this situation same for every country?
As we can travel abroad because of our job, there is
a possibility to assess how every thing has been done there.
We witness that people abroad do not give much
importance to working like us, as we have a continuous connection
with the agencies out of Turkey.
Generally, nobody in a country in the world, especially in Europe,
is obsessed with the subject of working like us. Is it because that
we are workaholics or they are senseless on this subject? I don’t
know... I have never known either. Are they more hardworking
than us so they do not leave any work to do for the weekend and is
it a mystery that nobody leaves work to do after 5 o’clock in the
afternoon? I don’t know this either. If there is someone who
knows, we want to learn it. The thing I know is both the shipowner
and the agents do not want to come to work at the weekends. Only
our citizens do not care about it. He doesn’t care whether it is
morning or evening. He works without protesting whenever he has
to work. Nevertheless everybody isn’t like us.
I had an unlucky experience to understand this when I called the
shipowner on Saturday to inform that the ship will arrive. As it
was a nice and shiny summer day, I had begun to open my e-mails
by planning that I am going to go out of the city and swim in the
sea in the afternoon.(Rule 1: You will never think. You will learn
to live whatever comes up to you). While I was looking whether
there was any important issue, a different ship name took my
attention. I had never met a name like this. When I opened the
e-mail by wondering about it, I saw that it was a message sent
after one hour we had left the office yesterday. (Rule 2: You will
never sleep without looking at your messages. If there is, the object
named as blackberry won’t be too much far away from you. I don’t
know why shipowners think that we have been dealing with the
computers for 24 hours).
Alas and Alas!! The tanker would come on Monday. By the way, it
was good news but the problem was how much cargo she would
carry and which port she would call. The receiver of the cargo
hasn’t been known yet. I couldn’t find any little detail related to
this tanker all through the week although I searched it in my brain.
We were the agent. We had to thank just now, everything was fine
but on the other hand the required information on the work we
have to deal with was still absent. (Rule 3: OK! Although you do
not know anything, you will learn to find by smelling your handful.)
So I had to move on by calling everywhere. But you all know well
that how sensitive those kinds of researches are. You have to be
very careful while making a research if there is someone carrying
the same kind of goods continuously. In short, you can’t ask
anyone in this way: “Do these cargoes which weigh up such tons
and that kind belong to you?” Then you have the risk of expressing
your commercial secrets. However a good agent has to be secretive
and never gives the information about its customers out. Then
what...??? You can’t do this, you can’t do that. How will the
receiver of these cargoes be found? (Rule 4: Ooo! You will know
this. Whenever there is a problem, everybody will be leave holding
the bag on the agency. I advise to read the famous poet ‘Call the
agent’. Remembering the poet will help you to show an attentive
approach to the situation.) Then what remained to be done?
Unfortunately; because of the time differences between the
countries the time elapsing will be waited for, thanks goodness that
the details should be asked to the person who wrote his phone
number and sent the message, will be called. (Rule 5: The proverb
“the one who asks has one side of his face dark; the one who
refuses to give has both sides” does not work out here. He gives it
or not, it is his choice. You are the one who will find the
information wherever it is. Because you are the agency!)
- Hello I am the person who is nominated as the agency about ...
tanker in Mersin. I want to ask...
I told but I could not find the opportunity to complete my words.
The person on the phone repeated the thing I know before with a
depressed tone by making me shut up:
- Today is Saturday!
I could not understand what he really meant. So I tried to go on by
repeating the same thing. (Rule 6: A good agency should know to
assess the psychological situation of the person he is in relation
with and to show the required behavior in this manner.)
- Yes, today is Saturday. The weather is nice here.
I told this with a smiling face. But the person on the phone didn’t
even smile, furthermore it was clear that he wanted to end this
phone call as short as he can.
- I am also talking about this madam. Today is Saturday and I do
not work on Saturdays!
(While I was talking on the phone in my office by walking around
the office I looked at my friends who were working as it was the
first day of the week although it was Saturday.)
I stopped speaking as I had to control my anger although my
nerves came upwards. Of course the shipowner was always right.
Especially when he was not right. (Rule 7: You won’t react
whether you are right or not and be like meat without nerves and
also whether he made you very upset.)
- You are right! It is also an off-day in Turkey but as you know job
doesn’t wait.
I went on with an increasing courage as I heard no voice.
- Thanks for giving the agency to us. We are just moving on. But
we do not have enough information to start the required
procedures and we have only one or two hour’s time. (Rule 8: You
will explain everything without making anybody scared although
the required information is your natural right as in the condition of
a missing information you will be marked as “Untalented Agency”
whether it is your fault or not.)
The person on the phone recognized the reality. But the
information I needed would not reach to me before Monday.
Because our dear shipowner was outside the city for a holiday. As
he was far away from the city, unfortunately he would not be able
to give the information I needed. Luckily I succeeded in taking the
satellite phone number of the captain in this whole noisy situation.
(Rule 9: You will know to work out in emergency situations and
benefit the advantages of technology.)
Then you will ask what did we do? If I try to explain this it will be
a waste of time for you? I am sure that my every agent friend
reading this essay can’t sleep well without arranging all the work
in this situation.
I am glad that all mobile phones, blackberry devices, fax
machines, computers and also our satellite phones that enable us
to communicate with the captains are all here and with us. I don’t
know what we could do if there was not an advanced technology
like this. What were people doing in the past when these were
absent? How can I know? I was too young to be included in this
job in the previous years. The best enjoying activity I had been in
the office was to mix up the telex machine bands and to cause my
father get angry with me and yell at me as “ What did you do?”.
As our subject includes in two different jobs like giving service and
agency, it is absolute that it both hard and enjoying. The tenth and
last rule will be “You should love your job to be successful”.
Otherwise would it be possible to bear up with all these?
With my lovely and nice wishes

Patricia Muradi