12 Temmuz 2010 Pazartesi

GOLDEN RAM

I don’t know whether you are intrigued by or like mythology. Some stories are just like a joke, very interesting;
sometimes you get quite astonished by them. And some sound familiar; even if you might have read or heard
for the first time, they make you think, “I swear, I have heard this before!”.
One of the most important characteristics is that almost
all of the names mentioned in such stories are in
harmony with the story itself. The story titled “Golden
Ram” I will share with you in a while is one of the best examples
of this type of myths.
This myth has somewhat distinctive importance on account of
existence of some lessons, as well as some narrations similar to
those existing in all three Abrahamic religions.
We all evolve and develop without getting sick and tired since
the creation of the world. Regardless of how many advances
scientists make in technology, there are such behavior patterns
peculiar to human beings that they remain unchanged even after
centuries, thousands of years. I hear you ask, “What are they?”.
Let’s look at the years before Common Era to see what they are.
The Greek King Athamas grew bored with his wife, who never
stopped talking, and decided to get rid of her. Scilicet, men
would get bored of their wives and seek ways to get rid of them
due to the same reasons hundreds of years ago. Actually, at
present, the problem is not with the telly, modern world, ill
manners, but the typical and registered behaviors of both parties.
Finally he achieved his goal and married Princess Ino. But, his
ex-wife, Nephele, was very worried about her daughter Helle,
and particularly her son Phrixus. As a matter of fact, her
worries were right. Because, the new queen would do her worst
to expel the children from the palace to enable her own children
to succeed the throne. Ino would even be so cruel as to kill
Nephele’s children.
It was always the same, regardless of whether it was at the
Ottoman palace or at a European or mythological palace.

Because everyone wants their children to succeed the throne,
they take measures accordingly and try to control the fate of
others. Actually at present, when I think of our own children,
who are to compete with others just like race horses in
examinations they have to take, I believe that we deliberately
make the life difficult for ourselves. Anyway, let’s turn
back the story.
When the cruel Queen Ino started to work on her goal, luck was
also on her side. Because of bad harvest that year, the country
was threatened by famine. Taking this opportunity, Ino consulted
with soothsayers as to how they could get rid of that misfortune.
The solution offered by soothsayers was horrible.
Unfortunately, it was necessary to offer young prince Phrixus to
Gods in order to allay the famine in the country. Athamas was
on the horns of a dilemma and did not want to kill his son, but
as a king, he was to protect his people.
Nephele was horrified of the things she heard, and
started to say prayers desperately. Finally the
king reluctantly agreed to kill his son in order to
protect his people. Just as the little prince was
being led to the altar of his death, a wonderful
ram with a fleece of pure gold flew down from the
heavens, lifted Phrixus and his sister Helle on his back
and then flew away.
This glorious Golden Ram was sent by the God Hermes in
response to Nephele’s prayers. Now I think whether mothers’
fate will always be the same. Will mothers always remain as
a power that will protect their children under any
circumstances? Saying that this is one of the realities that
have remained unchanged for centuries, let’s continue
with the myth.
Meanwhile, Phrixus and Helle, flying high over the sea between
Europe and Asia were mesmerized by their view of the sparking
waters far below as they reflected the sun and the fleece of their
golden ram. But, a sudden gust of wind blew Helle off balance
and although she grabbed for the ram’s wool, it slipped from her
fingers and she fell into the sea. Phrixus wasn’t fast enough to
save her and his tears dropped like rain over what would later be
called the Hellespont, after the drowned princess.
With Phrixus on his back, the ram continued flying and landed in
a country called Colchis. He gave the golden ram to King Aeetes,
who welcomed him warmly, as a present, and married one of his
daughters.
Of course, the myth doesn’t end here. Due to the Golden Ram,
everyone’s eyes turn to Aeetes’ country Cochis. Many a hero
exposed their lives to get hold of the golden ram. However, let’s
see who they were and what they lived at another time.
With love,

30 Mart 2010 Salı

Gelişim Bilançosu:

Bildiğiniz gibi işletmeler her üç ayda bir geçici bilançolar düzenlerler. Bunu da basit anlamı ile nerede olduklarını, nereden nereye geldiklerini görmek için yaparlar. Sonuçlarını gözden geçirerek varsa hatalarını ortaya çıkartır, yapmamaları gereken eylemleri saptarlar.

Düzenlenen bu bilançoların incelenmesi sonunda varsa gereksiz yapılmış yatırımlar durdurulur, ya da fazla olan masrafların elimine edilmesine karar verilir.

Peki biz neden kendimiz için böyle bir bilanço hazırlamayalım?
Düzenlemesi son derece basit ve pek fazla zamanımızı almayacak bu bilançoyu gelin biz her ay düzenleyelim. Bu sayede hedeflerinizi saptamak, revize etmek ve elde etmiş olduklarınızı somut bir şekilde görmek imkanınız olacaktır.

Gelişim Bilançosu Düzenleme:
Kendi muhasebemizi tutmaya karar verdiysek öncelikle birkaç soruyu kendimize açıkça sormanız gerekecektir.
Bu soruları da bir nevi bilanço kalemi gibi görecek olursak olmazsa olmaz kalemleri aşağıdaki şekilde sıralanmak gerekecektir.

-Ne yaptım?
-Ne yapmayı planlıyorum?
-Henüz gerçekleşmemiş hedeflerim nelerdir.
-Görünmeyen kalemler

Şimdi elimize bir kalem ve bolca kağıt alarak rahatça bir yere oturalım. Bu kez müzik dinlemenizde veya bulunduğunuz ortamın şekline sınırlama koymayalım.
Oturacağınız yer bir deniz kenarı veya bir kafe bile olabilir. Sadece dinlediğiniz müzik tarzı sizi demotive edip düşüncelere dalmanıza neden olmasın yeter.

Unutmadan söyleyeyim. Bu bilanço içerisinde başaramadıklarım diye bir hane asla yer almayacaktır.
Amacımız elde ettiğimiz ve elde etmek istediğimiz başarılarımız üzerine kurulu olup eksi kalemleri bu kez es geçip görmezlikten gelmenin kimseye bir zararı olmayacaktır.

Ne yaptım kalemi:
Bu kaleme o güne dek gerçekleştirmiş olduğumuz ve başarımız olarak görebileceğimiz ne varsa yazalım.
Herkesin kendisine ait olduğunu düşündüğü başarıları illaki vardır. Bu kağıtları siz istemeden kimse göremeyeceği için canınız ne çekiyorsa onu yazmanızda hiçbir sakınca yoktur.
Daha iyi bir sonuç alabilmek adına önce genellemeler yapıp ardından alt kalemlere ayırmak işinizi kolaylaştıracaktır. Alt kalemler herkesin kendi düzenlemek istediği biçimde oluşturulabilir. Benim önerimse aşağıdaki şekildedir.
-Aile
-İş
-Aşk hayatı
-Kişisel Gelişim
-Hobi



Ne yapmayı planlıyorum kalemi:
Burada önerim fazla dağılmadan yukarıda sayılan şıklar doğrultusunda gelecekteki planlarınızı yazmanız olacaktır.
Hedefler ve planlananlar gözümüzün önüne somut bir şekilde konduklarında daha büyük bir anlam taşırlar. Aksi halde unutulması, ertelenmesi veya tamamen göz ardı edilmesi işten bile değildir.

Henüz gerçekleşmemiş Hedefler Kalemi:
Hepimizin gerçekleştirmek istediği sürece bağlı hedefler vardır. Bunları da yine sıralamayı bozmadan ilgili şıklara dağıtmak akılda kalıcı olmalarını sağlayacaktır. Bu kalemi bilançoyu yapmaya başladığımız ilk gün boş geçmenizi öneririm.
İlk kez yaptığımız bir uygulamada hedefler de yeni olacağından henüz gerçekleşmemek gibi bir durum mevzubahis değildir.

Görünmeyen Kalemler:
Bilançomuzu yapmaya başladığımız ay ve onu takip eden ilk birkaç ay içinde bu kaleme hiç ihtiyacımız olmayacaktır.
Bu kaleme sadece saptanan sürede gerçekleşmeyen hedeflerimizi atıp belli bir süre üzerini örteceğiz. Ta ki onu yeniden gündeme taşımayı canımız isteyene dek bu kaleme bir daha dönmeyeceğiz.
Bilanço Kullanımı ve Kontrolü:
-Her ayın mümkünse belli bir zamanında bilanço kontrolümüzü yapmaya özen gösterelim.
-Dikkat edeceğimiz en önemli nokta bu konuda kendimizi incitmemek olacaktır. Bu bilançoyu kendimize olumlu katkı sağlamak için çıkardığımızı unutmayıp, gerçekleşmeyen kalemlere fazla takılmayalım.
-Öte yandan kendimize daima açık olmaya çalışalım. Kendi kendimizin patronu olduğumuza göre ortada kendimizden başka kimseye verilecek bir hesap da yoktur. Gerçekleşmeyen bir hedefi saklamamız ya da görmezlikten gelmemiz gereksiz bir kandırmaca olacaktır.
-Belirlenen tarihlerde gerçekleşmeyen kalemleri bir süre için bilanço dışına çıkartmamızda herhangi bir sakınca yoktur. Devamlı olarak gerçekleşmemiş hedefler kalemini kabartmaktansa bunu bir süre ‘Görünmeyen Kalemler’ hesabına atmak içimizi rahatlatacaktır.
-Takip eden zamanlarda görünmeyen kalemler hesabını kontrol ederek buraya atmış olduklarımızı yeniden henüz gerçekleşmemiş hedeflere atabiliriz. Bunu da sadece canımız isterse yaparız.

Hobilerimiz:
Gelişim bilançosunu kapatmadan evvel özellikle üzerinde durmak istediğim bir konu var. O da hayatımıza olumlu katkılar sağlayan hobilerimiz.
Ailemiz, aşkımız, gelişim, iş gibi konular hayatımızda önemli bir yer tuttuğundan bunlar için durmaksızın çalışır ve birçoğumuz devamlı olarak hayatımızdan ödün veririz.
Peki sıkılıp bunaldığınızda, canınız minik bir değişiklik istediğinde neler yapıyorsunuz? Sığınacak gerçek bir limanınız var mı?
Bu anlamda iş dışında kendimizi verdiğimiz uğraşlarımız bu tür uğraşlarımız bize moral kazandıran, huzur veren güvenli birer limandır.
Bunun için herhangi bir yeteneğimizin olması veya konu her ne ise mutlak surette başarılı olmamız gerekmez.
Üstüne birde başarı elde ediliyorsa ne ala ancak hobiler kendimize ait zaman diliminde sadece kafamızı boşaltmamıza yardımcı olsalar bile görevlerini tamamlamış sayılırlar.
Sevgiyle kalın.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Acenteliğin On Kuralı!

Herkese bol gemili ve bol kazançlı günler dileyerek yazıma başlıyorum. Her zaman vurguladığım gibi işler hiçbir zaman dur durak bilmez. Bizler de perdesi hiç kapanmayan oyuncular gibi üzerimize düşen rolü oynamaya devam ederiz.
Bu her ülke için böyle midir?
İşimiz gereği yurtdışı trafiğimiz olduğundan bir çoğumuzun oralarda neyin nasıl yapıldığını değerlendirme imkanı mevcut. Türkiye dışındaki acentelerle de daimi bağlantımız olduğundan onların çalışmak konusunda kendilerini bizim kadar paralamadıklarına yakından tanık oluyoruz.

Genel olarak dünyanın hiçbir ülkesinde hele Avrupa da hiç kimse iş konusunu biz kadar takıntı haline getirmiyor. Durum bizim işkolik olmamızdan mı, yoksa onların duyarsızlığından mı kaynaklanmaktadır? Bilmem… Hiçbir zaman da bilemedim. Acaba onlar bizden daha çalışkanda hafta sonuna ve her ne hikmetse saat 17:00 den sonrasına iş bırakmamaktadırlar? Bunu da bilemiyorum. Bilen varsa beri gelsin biz de öğrenelim.
Bildiğim odur ki; armatörü de, acentesi de genel olarak hafta sonunda işe dönmekten pek hoşlanmazlar. Bir tek yurdum insanının sesi çıkmaz. Sabah, akşam, gece gündüz demez. İtiraz etmeden her ne vakit gerekirse çalışır. Oysa herkes bizim gibi değildir elbet.
Bunu ilk kez bir Cumartesi günü gemi gelecek diye ilgili armatörü aradığımda anlamak talihsizliğine uğramıştım.

Hoş ve pırıltılı bir yaz günü olduğundan; öğleden sonra şehir dışına gider ve biraz da denize gireriz hesapları yaparak e-maillerimi açmaya başlamıştım. (Kural 1: Asla düşünmeyecek. Hayatını önüne düştüğü şekilde yaşamayı öğreneceksin.)
Önemli bir şey var mı diye bakıyordum ki gözüme farklı bir gemi adı takıldı. Bu güne dek hiç denk gelmemiştim. Nedir acaba diye merakla mesajı açınca da bir gün evvel biz ofisten ayrıldıktan bir saat sonra atılan bir ileti olduğunu gördüm. (Kural 2: Hiçbir zaman mesajlarını kontrol etmeden uyumayacaksın. Varsa blackberry denen nesne de fazla uzağında olmayacak. Armatörler her nedense 24 saat bilgisayar başında olduğumuzu düşünmektedir.)

Eyvah ki eyvah Pazartesi günü tanker gelecekti. Gerçi bu güzel haberdi ama problem hangi rıhtıma, ne kadar mal getireceği ve dahi malın alıcısının kim olduğunun da belli olmamasıydı. Aklımı şöyle bir yoklasam da geçtiğimiz hafta içinde bu tankere ait bana ışık tutabilecek en ufak bir detay da bulamamıştım.
Acente bizdik. Şimdi oturup bir güzel teşekkür etmemiz gerekiyordu buraya kadar her şey tamamdı da asıl yapılacak işler için gereken bilgiler halen elimizde değildi. (Kural 3: Olsun! Hiçbir şey bilmesen de avucunu koklayıp bulmayı öğreneceksin.)
Dolayısıyla hemen harekete geçerek sağı solu aramalıydım. İyi de böyle araştırmaların ne denli hassas olduğunu gayet iyi bilirsiniz.
Aynı mal cinsini o yörede devamlı getirten birkaç kişi varsa araştırma yaparken son derece dikkatli olmak durumundasın. Kısaca aklına geleni arayıp da;
-Şu kadar ton, şu cinste mal acaba size mi aittir?
Diye soramazsın. Bu durumda ticari sırları açık etmiş olma riskin mevcuttur. Oysa iyi bir acentenin aynı zamanda ağzı sıkıdır ve müşteri bilgilerini de asla dışarıya vermez. Eeee…??? Onu yapamazsın bunu yapamazsın. Nasıl bulunacak bu malın alıcısı. (Kural 4: Eh! Orasını da sen bileceksin. Aksi halde en ufak bir terslikte herkes dönüp dolaşıp kabağı acentenin kafasında patlatacaktır. Meşhur ‘Call the agent’ şiirini bir kez daha okumanızı öneririm. Şiiri hatırlamak duruma daha dikkatli bir yaklaşım sergilemenize yardımcı olacaktır.)
Peki, yapılacak ne kaldı? Çaresiz ülkeler arasındaki saat farkları nedeni ile zamanın dolması beklenecek, mesajı gönderen ve altına şükürler olsun ki cep telefonunu yazan kişi aranıp detaylar sorulacak. (Kural 5: İsteyenin bir yüzü kara vermeyen zencidir kuralı burada maalesef işlemez. İster verir, istemezse vermez. Bilgi Fizan’da da olsa gidip onu bulacak olan sensin! Çünkü sen acentesin!)
-Merhaba ben . . . . Tankeri ile ilgili olarak Mersin’de nomine edilen acenteyim. Sormak…
Dedimse de diyeceklerimi tamamlamak fırsatı bulamadım. Hattın karşı tarafındaki lafı ağzıma tıkayarak son derece keyifsiz bir sesle zaten bildiğim bir şeyi tekrar etti.
-Bu gün Cumartesi!
Ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Dolayısıyla sadece aynı şeyi tekrarlayarak devam etmeyi denedim. (Kural 6: İyi bir acente daima karşısındakinin psikolojik durumunu değerlendirmeyi ve bu doğrultuda gerekli davranışı sergilemeyi bilecek.)
-Evet bu gün Cumartesi. Burada hava pek güzel.
Diye söylendim gülümseyen bir sesle. Oysa karşımdakinin gülümsemek şöyle dursun bu sıkıcı konuşmaya bir an evvel son vermek istediği açıkça belliydi.
-Ben de onu söylüyorum bayan. Bu gün Cumartesi ve ben Cumartesi günleri çalışmam!
(Elimde telsiz telefon konuşurken ofisin içinde dolaştığımdan Cumartesi olduğu halde sanki haftanın ilk günüymüş gibi hararetle çalışan arkadaşlarıma şöyle bir baktım.)
Kilometrem yavaşça yukarı doğru tırmandıysa da sinirlerime hakim olmaya çalışmak durumunda olduğumdan sustum. Eh ne de olsa armatör her zaman haklıydı. Hele de haksız olduğu zamanlarda. (Kural 7: Haklı da olsanız sinirleri alınmış bir et gibi olacak ve karşınızdaki canınızı ne kadar sıksa da renk vermeyeceksiniz.)
-Haklısınız! Türkiye de de tatil aslına bakacak olursanız ama biliyorsunuz iş beklemez. Karşıdan ses gelmediğini görünce cesaretim arttığından güvenle devam ettim.
-Acenteliği bize verdiğiniz için teşekkürler. Hemen harekete geçiyoruz. Ama gerekli işlemleri başlatabilmek için elimizde yeterli bilgi yok ve işlemleri tamamlamak için de sadece bir-iki saat süremiz var. (Kural 8: Herhangi bir eksik bilgide suç hiçbir zaman armatöre ait olmayıp sen ‘Beceriksiz Acente’ damgasını yiyeceğinden alman gereken bilgiler en doğal hakkın olsa da ürkütmeden açıklayacaksın.)
Her nasılsa karşıdaki kendisine gelmişti. Gelmişti gelmesine de istediğim bilgiler Pazartesi gününden evvel elimde olamayacaktı. Çünkü sevgili armatörümüz tatil yapmak üzere şehir dışındaydı Ofisinden çok uzakta olduğu için de istediklerimi maalesef veremiyordu.
Veremedi de… Neyse ki bu tantana arasında kaptanın uydu telefonunu alabilmeyi başarmıştım. (Kural 9: Acil durumlarda kafanı çalıştırmayı bilecek ve teknolojinin nimetlerinden faydalanmaktan kaçınmayacaksın.)
Peki, biz ne mi yaptık? Şimdi bunu anlatacak olursam gereksiz zaman almış olacağım. Şuna da eminim ki bu satırları okuyor olan her acente arkadaşım böyle bir durumda işi kotarmadan o gece rahatça uyumaz.
Bu arada cep telefonlarımız, blackberry cihazlarımız, faks makinelerimiz, bilgisayarlarımız ve dahi kaptanlarla direk bağlantı kurmamızı sağlayan uydu telefonlarımız… İyi ki hepiniz varsınız ve yanımızdasınız. Teknoloji bu kadar ilerlememiş olsa ne yapardık bilmem.
Bunların olmadığı zamanlarda ne mi yapılırdı? Nasıl bilebilirim ki? Evvelki yıllarda işin içine dahil edilemeyecek kadar küçüktüm. Ofise gittiğimde yaptığım en keyifli eylemse teleks makinelerinin şeritlerini karıştırıp babamın ‘Ne yaptın sen yahu?’ diyerek zıplamasına neden olmaktı.
Konumuz hem denizcilik ve hem de hizmet vermek gibi iki farklı mesleği içerdiğinden her ne kadar zorlu olsa da keyif verdiği muhakkak. Onuncu ve de sonuncu kural da ‘Başarılı olmak için mesleğini seveceksin’ olacaktır. Aksi halde dayanmamız mümkün olabilir miydi?
Sevgiyle kalın.

2 Ocak 2010 Cumartesi

2010'a Uyarı

Sevgili 2010

Seni hepimiz hararet ve umutla bekledik ama bu bekleyiş sakın seni şımartmasın. Umarım ağabeyin 2009’un yaptığı hataları sen tekrar etmezsin! Anlayışlı ve kibar olur, sinirlerimi de zıplatmazsın. Dur canım neden geri geri gidiyorsun? Öpmedik, koklamadık, sana daha hiçbir şey yapmadık.

Doğrusunu istersen seni pek tanımıyorum, huyunu suyunu da bilmem ama ağabeyin 2009’un yaşattıklarını onayladığımı da söyleyemem.

Savaşlar, salgın hastalıklar, ülkeler arası karışıklıklar, kişisel kavgalar, seller, felaketler. Aslında bu olanların tamamını unutmak ve bir kez daha da hatırlamamak istiyorum ya neyse…
Of Tanrım… Sana bunları neden anlatıyorum ki? Henüz pek küçüksün. Yeni alınmış bir elbise kadar göz alıcı, genç bir bakire kadar dokunulmamışsın. Tüm yaprakların, hatta her saniyen tertemiz ve lekesiz… Sana baktıkça yüreğim ümit ve sevinçle doluyor.

Ben olup biteni sana anlatsam da aklın almaz, kafan karışıverir. Oysa ben senin hep taze ve dinç kalmanı istiyorum. Ne yalan söyleyeyim senden de pek çok şey bekliyorum. Bak istersen ağabeyin olacak o densiz 2009 ile yaşadıklarımızı tamamen unutalım ve senin tertemiz sayfalarına tarihi yeniden yazmaya başlayalım ha ne dersin? Sadece dinle, anlamadığın yerde de çekinmeden sor.

Senden öncelikle nasıl akıp geçtiğine dikkat etmeni istiyorum. Bu çok önemli hem de o çocuk aklının alabileceğinden de çok. Nasıl mı yapacaksın? Canım ben sana detaylı olarak söyleyeceğim telaşlanma. Bak şimdi; zamanın yavaşça geçmesini istediğim durumlarda bir kaplumbağa hızı ile gider, hızlıca akmasını dilediğimde de bir jet gibi hareket edersin. Hani mesela diyorum özellikle ay sonuna doğru çabucak geçiversen de bu yıl, ayın başıydı sonuydu diye beni uğraştırmasan iyi olur. Buna mukabil, elimi cebime her attığımda yüzümü kara çıkartmamanı rica ederim. Hem global ısınmaya katkıda bulunmadan güzel ve güneşli günlerinle içimi ısıtsan hep beraber yakıt masrafından da tasarruf etmiş olurduk.

Sevgiden yana sıkıntı çekmeyeyim. Etrafımdaki herkes ama herkes beni sevsin. Ben mi? Canım sen bana bakma! Ben etrafımı sevmesem dünyanın sonu mu gelir? Bırak şimdi bu detaylarla canımı sıkıp ukalalık etmeyi de sen dediklerimi dikkatle not alıver bakalım. Henüz okuma yazma bilmiyor musun? Yahu biz ne yaparız senle? Neyse neyse öğrenirsin.

Aklıma gelmişken; seni yaşarken bol bol seyahat etmeyi istiyorum. Bunların tamamı da hep telaşsız ve keyifli yapılan türde olsun bir zahmet. İçimde daha bir dolu istek var. Sana demesem de, burada açık etmesem de sen onların ne olduğunu pek güzel biliyorsun.

2010 bak buraya… O küçük omuzlarına bunca yükü verdiğim için üzgünüm ama sen büyüdükçe ne demek istediğimi zaten kendiliğinden anlayacaksın. Aslında ağabeyin 2009da anlamıştı ama pek takmadı ne yapalım. Sana diyeceğim daha neler neler var da böyle aniden karşıma gelince şaşırıverdim.

Ne söyledin anlamadım? Gelmekten vaz mı geçiyorsun? Valla kusura bakma! Öyle vazgeçtim demekle olmuyor bu işler. Önümüzdeki 365 gün için seni görevlendirdiklerine göre böyle bir şansın olmasa gerek. Hem baksana bize dünyaya geleceksin dediler geldik. Daha gidiş sıramız gelmedi gelince ne olacak bilmem. Hem o kadar korkma hani ben sana bunca şeyi anlatıyorum ama biz de alıştık iyi kötü yaşıyoruz işte. İstediklerimizi yapamazsan ne mi olur? Canım ne olacak 2010? Çok çok ağabeyin 2009’un arkasından yaptığımız gibi senin de dedikodunu yapıp ümidimizi 2011’e saklayacağız. Ancak sen pek zeki bir çocuğa benziyorsun. Anladığım kadarı ile seninle iyi anlaşacağız. Hadi bakalım gecikmeden bize katıl da bir an evvel beraber yaşamaya alışalım.

Değerli dostlar, eminim şu anda birçoğumuz çoktan geçmişin muhasebesine başlayıp yeni yıldan neler beklediğine dair kendi içinde ufak tefek hesaplaşmalara girdi bile.
Bir yıl gider, diğeri gelir. Değişen tek şey aslında takvimdeki yapraklardır. Yaşama sevinciniz azalmadan ümitlerinize sıkı sıkıya sarılmanız dileği ile.
Sevgiyle kalın.