30 Ocak 2010 Cumartesi

Acenteliğin On Kuralı!

Herkese bol gemili ve bol kazançlı günler dileyerek yazıma başlıyorum. Her zaman vurguladığım gibi işler hiçbir zaman dur durak bilmez. Bizler de perdesi hiç kapanmayan oyuncular gibi üzerimize düşen rolü oynamaya devam ederiz.
Bu her ülke için böyle midir?
İşimiz gereği yurtdışı trafiğimiz olduğundan bir çoğumuzun oralarda neyin nasıl yapıldığını değerlendirme imkanı mevcut. Türkiye dışındaki acentelerle de daimi bağlantımız olduğundan onların çalışmak konusunda kendilerini bizim kadar paralamadıklarına yakından tanık oluyoruz.

Genel olarak dünyanın hiçbir ülkesinde hele Avrupa da hiç kimse iş konusunu biz kadar takıntı haline getirmiyor. Durum bizim işkolik olmamızdan mı, yoksa onların duyarsızlığından mı kaynaklanmaktadır? Bilmem… Hiçbir zaman da bilemedim. Acaba onlar bizden daha çalışkanda hafta sonuna ve her ne hikmetse saat 17:00 den sonrasına iş bırakmamaktadırlar? Bunu da bilemiyorum. Bilen varsa beri gelsin biz de öğrenelim.
Bildiğim odur ki; armatörü de, acentesi de genel olarak hafta sonunda işe dönmekten pek hoşlanmazlar. Bir tek yurdum insanının sesi çıkmaz. Sabah, akşam, gece gündüz demez. İtiraz etmeden her ne vakit gerekirse çalışır. Oysa herkes bizim gibi değildir elbet.
Bunu ilk kez bir Cumartesi günü gemi gelecek diye ilgili armatörü aradığımda anlamak talihsizliğine uğramıştım.

Hoş ve pırıltılı bir yaz günü olduğundan; öğleden sonra şehir dışına gider ve biraz da denize gireriz hesapları yaparak e-maillerimi açmaya başlamıştım. (Kural 1: Asla düşünmeyecek. Hayatını önüne düştüğü şekilde yaşamayı öğreneceksin.)
Önemli bir şey var mı diye bakıyordum ki gözüme farklı bir gemi adı takıldı. Bu güne dek hiç denk gelmemiştim. Nedir acaba diye merakla mesajı açınca da bir gün evvel biz ofisten ayrıldıktan bir saat sonra atılan bir ileti olduğunu gördüm. (Kural 2: Hiçbir zaman mesajlarını kontrol etmeden uyumayacaksın. Varsa blackberry denen nesne de fazla uzağında olmayacak. Armatörler her nedense 24 saat bilgisayar başında olduğumuzu düşünmektedir.)

Eyvah ki eyvah Pazartesi günü tanker gelecekti. Gerçi bu güzel haberdi ama problem hangi rıhtıma, ne kadar mal getireceği ve dahi malın alıcısının kim olduğunun da belli olmamasıydı. Aklımı şöyle bir yoklasam da geçtiğimiz hafta içinde bu tankere ait bana ışık tutabilecek en ufak bir detay da bulamamıştım.
Acente bizdik. Şimdi oturup bir güzel teşekkür etmemiz gerekiyordu buraya kadar her şey tamamdı da asıl yapılacak işler için gereken bilgiler halen elimizde değildi. (Kural 3: Olsun! Hiçbir şey bilmesen de avucunu koklayıp bulmayı öğreneceksin.)
Dolayısıyla hemen harekete geçerek sağı solu aramalıydım. İyi de böyle araştırmaların ne denli hassas olduğunu gayet iyi bilirsiniz.
Aynı mal cinsini o yörede devamlı getirten birkaç kişi varsa araştırma yaparken son derece dikkatli olmak durumundasın. Kısaca aklına geleni arayıp da;
-Şu kadar ton, şu cinste mal acaba size mi aittir?
Diye soramazsın. Bu durumda ticari sırları açık etmiş olma riskin mevcuttur. Oysa iyi bir acentenin aynı zamanda ağzı sıkıdır ve müşteri bilgilerini de asla dışarıya vermez. Eeee…??? Onu yapamazsın bunu yapamazsın. Nasıl bulunacak bu malın alıcısı. (Kural 4: Eh! Orasını da sen bileceksin. Aksi halde en ufak bir terslikte herkes dönüp dolaşıp kabağı acentenin kafasında patlatacaktır. Meşhur ‘Call the agent’ şiirini bir kez daha okumanızı öneririm. Şiiri hatırlamak duruma daha dikkatli bir yaklaşım sergilemenize yardımcı olacaktır.)
Peki, yapılacak ne kaldı? Çaresiz ülkeler arasındaki saat farkları nedeni ile zamanın dolması beklenecek, mesajı gönderen ve altına şükürler olsun ki cep telefonunu yazan kişi aranıp detaylar sorulacak. (Kural 5: İsteyenin bir yüzü kara vermeyen zencidir kuralı burada maalesef işlemez. İster verir, istemezse vermez. Bilgi Fizan’da da olsa gidip onu bulacak olan sensin! Çünkü sen acentesin!)
-Merhaba ben . . . . Tankeri ile ilgili olarak Mersin’de nomine edilen acenteyim. Sormak…
Dedimse de diyeceklerimi tamamlamak fırsatı bulamadım. Hattın karşı tarafındaki lafı ağzıma tıkayarak son derece keyifsiz bir sesle zaten bildiğim bir şeyi tekrar etti.
-Bu gün Cumartesi!
Ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Dolayısıyla sadece aynı şeyi tekrarlayarak devam etmeyi denedim. (Kural 6: İyi bir acente daima karşısındakinin psikolojik durumunu değerlendirmeyi ve bu doğrultuda gerekli davranışı sergilemeyi bilecek.)
-Evet bu gün Cumartesi. Burada hava pek güzel.
Diye söylendim gülümseyen bir sesle. Oysa karşımdakinin gülümsemek şöyle dursun bu sıkıcı konuşmaya bir an evvel son vermek istediği açıkça belliydi.
-Ben de onu söylüyorum bayan. Bu gün Cumartesi ve ben Cumartesi günleri çalışmam!
(Elimde telsiz telefon konuşurken ofisin içinde dolaştığımdan Cumartesi olduğu halde sanki haftanın ilk günüymüş gibi hararetle çalışan arkadaşlarıma şöyle bir baktım.)
Kilometrem yavaşça yukarı doğru tırmandıysa da sinirlerime hakim olmaya çalışmak durumunda olduğumdan sustum. Eh ne de olsa armatör her zaman haklıydı. Hele de haksız olduğu zamanlarda. (Kural 7: Haklı da olsanız sinirleri alınmış bir et gibi olacak ve karşınızdaki canınızı ne kadar sıksa da renk vermeyeceksiniz.)
-Haklısınız! Türkiye de de tatil aslına bakacak olursanız ama biliyorsunuz iş beklemez. Karşıdan ses gelmediğini görünce cesaretim arttığından güvenle devam ettim.
-Acenteliği bize verdiğiniz için teşekkürler. Hemen harekete geçiyoruz. Ama gerekli işlemleri başlatabilmek için elimizde yeterli bilgi yok ve işlemleri tamamlamak için de sadece bir-iki saat süremiz var. (Kural 8: Herhangi bir eksik bilgide suç hiçbir zaman armatöre ait olmayıp sen ‘Beceriksiz Acente’ damgasını yiyeceğinden alman gereken bilgiler en doğal hakkın olsa da ürkütmeden açıklayacaksın.)
Her nasılsa karşıdaki kendisine gelmişti. Gelmişti gelmesine de istediğim bilgiler Pazartesi gününden evvel elimde olamayacaktı. Çünkü sevgili armatörümüz tatil yapmak üzere şehir dışındaydı Ofisinden çok uzakta olduğu için de istediklerimi maalesef veremiyordu.
Veremedi de… Neyse ki bu tantana arasında kaptanın uydu telefonunu alabilmeyi başarmıştım. (Kural 9: Acil durumlarda kafanı çalıştırmayı bilecek ve teknolojinin nimetlerinden faydalanmaktan kaçınmayacaksın.)
Peki, biz ne mi yaptık? Şimdi bunu anlatacak olursam gereksiz zaman almış olacağım. Şuna da eminim ki bu satırları okuyor olan her acente arkadaşım böyle bir durumda işi kotarmadan o gece rahatça uyumaz.
Bu arada cep telefonlarımız, blackberry cihazlarımız, faks makinelerimiz, bilgisayarlarımız ve dahi kaptanlarla direk bağlantı kurmamızı sağlayan uydu telefonlarımız… İyi ki hepiniz varsınız ve yanımızdasınız. Teknoloji bu kadar ilerlememiş olsa ne yapardık bilmem.
Bunların olmadığı zamanlarda ne mi yapılırdı? Nasıl bilebilirim ki? Evvelki yıllarda işin içine dahil edilemeyecek kadar küçüktüm. Ofise gittiğimde yaptığım en keyifli eylemse teleks makinelerinin şeritlerini karıştırıp babamın ‘Ne yaptın sen yahu?’ diyerek zıplamasına neden olmaktı.
Konumuz hem denizcilik ve hem de hizmet vermek gibi iki farklı mesleği içerdiğinden her ne kadar zorlu olsa da keyif verdiği muhakkak. Onuncu ve de sonuncu kural da ‘Başarılı olmak için mesleğini seveceksin’ olacaktır. Aksi halde dayanmamız mümkün olabilir miydi?
Sevgiyle kalın.

2 Ocak 2010 Cumartesi

2010'a Uyarı

Sevgili 2010

Seni hepimiz hararet ve umutla bekledik ama bu bekleyiş sakın seni şımartmasın. Umarım ağabeyin 2009’un yaptığı hataları sen tekrar etmezsin! Anlayışlı ve kibar olur, sinirlerimi de zıplatmazsın. Dur canım neden geri geri gidiyorsun? Öpmedik, koklamadık, sana daha hiçbir şey yapmadık.

Doğrusunu istersen seni pek tanımıyorum, huyunu suyunu da bilmem ama ağabeyin 2009’un yaşattıklarını onayladığımı da söyleyemem.

Savaşlar, salgın hastalıklar, ülkeler arası karışıklıklar, kişisel kavgalar, seller, felaketler. Aslında bu olanların tamamını unutmak ve bir kez daha da hatırlamamak istiyorum ya neyse…
Of Tanrım… Sana bunları neden anlatıyorum ki? Henüz pek küçüksün. Yeni alınmış bir elbise kadar göz alıcı, genç bir bakire kadar dokunulmamışsın. Tüm yaprakların, hatta her saniyen tertemiz ve lekesiz… Sana baktıkça yüreğim ümit ve sevinçle doluyor.

Ben olup biteni sana anlatsam da aklın almaz, kafan karışıverir. Oysa ben senin hep taze ve dinç kalmanı istiyorum. Ne yalan söyleyeyim senden de pek çok şey bekliyorum. Bak istersen ağabeyin olacak o densiz 2009 ile yaşadıklarımızı tamamen unutalım ve senin tertemiz sayfalarına tarihi yeniden yazmaya başlayalım ha ne dersin? Sadece dinle, anlamadığın yerde de çekinmeden sor.

Senden öncelikle nasıl akıp geçtiğine dikkat etmeni istiyorum. Bu çok önemli hem de o çocuk aklının alabileceğinden de çok. Nasıl mı yapacaksın? Canım ben sana detaylı olarak söyleyeceğim telaşlanma. Bak şimdi; zamanın yavaşça geçmesini istediğim durumlarda bir kaplumbağa hızı ile gider, hızlıca akmasını dilediğimde de bir jet gibi hareket edersin. Hani mesela diyorum özellikle ay sonuna doğru çabucak geçiversen de bu yıl, ayın başıydı sonuydu diye beni uğraştırmasan iyi olur. Buna mukabil, elimi cebime her attığımda yüzümü kara çıkartmamanı rica ederim. Hem global ısınmaya katkıda bulunmadan güzel ve güneşli günlerinle içimi ısıtsan hep beraber yakıt masrafından da tasarruf etmiş olurduk.

Sevgiden yana sıkıntı çekmeyeyim. Etrafımdaki herkes ama herkes beni sevsin. Ben mi? Canım sen bana bakma! Ben etrafımı sevmesem dünyanın sonu mu gelir? Bırak şimdi bu detaylarla canımı sıkıp ukalalık etmeyi de sen dediklerimi dikkatle not alıver bakalım. Henüz okuma yazma bilmiyor musun? Yahu biz ne yaparız senle? Neyse neyse öğrenirsin.

Aklıma gelmişken; seni yaşarken bol bol seyahat etmeyi istiyorum. Bunların tamamı da hep telaşsız ve keyifli yapılan türde olsun bir zahmet. İçimde daha bir dolu istek var. Sana demesem de, burada açık etmesem de sen onların ne olduğunu pek güzel biliyorsun.

2010 bak buraya… O küçük omuzlarına bunca yükü verdiğim için üzgünüm ama sen büyüdükçe ne demek istediğimi zaten kendiliğinden anlayacaksın. Aslında ağabeyin 2009da anlamıştı ama pek takmadı ne yapalım. Sana diyeceğim daha neler neler var da böyle aniden karşıma gelince şaşırıverdim.

Ne söyledin anlamadım? Gelmekten vaz mı geçiyorsun? Valla kusura bakma! Öyle vazgeçtim demekle olmuyor bu işler. Önümüzdeki 365 gün için seni görevlendirdiklerine göre böyle bir şansın olmasa gerek. Hem baksana bize dünyaya geleceksin dediler geldik. Daha gidiş sıramız gelmedi gelince ne olacak bilmem. Hem o kadar korkma hani ben sana bunca şeyi anlatıyorum ama biz de alıştık iyi kötü yaşıyoruz işte. İstediklerimizi yapamazsan ne mi olur? Canım ne olacak 2010? Çok çok ağabeyin 2009’un arkasından yaptığımız gibi senin de dedikodunu yapıp ümidimizi 2011’e saklayacağız. Ancak sen pek zeki bir çocuğa benziyorsun. Anladığım kadarı ile seninle iyi anlaşacağız. Hadi bakalım gecikmeden bize katıl da bir an evvel beraber yaşamaya alışalım.

Değerli dostlar, eminim şu anda birçoğumuz çoktan geçmişin muhasebesine başlayıp yeni yıldan neler beklediğine dair kendi içinde ufak tefek hesaplaşmalara girdi bile.
Bir yıl gider, diğeri gelir. Değişen tek şey aslında takvimdeki yapraklardır. Yaşama sevinciniz azalmadan ümitlerinize sıkı sıkıya sarılmanız dileği ile.
Sevgiyle kalın.