20 Aralık 2009 Pazar

Merhaba

Bloguma katılan tüm değerli üyelere 'Merhaba' diyorum. Merhaba önemli bir kelimedir, derin anlamlar içerir. Seni gördüğüme sevindim, iyi ki geldin ya da buraların havasını güzelleştirdin de bunlardan sadece bir kaçıdır.
Paylaşımlarımızın artarak sürmesi dileği ile herkese bomba gibi bir hafta dilerim.
Sevgiyle kalın...

16 Ağustos 2009 Pazar

7 Adımda Zaman Yönetimi:

Hayatınızın kontrolünün sizin elinizde olduğuna inanıyor musunuz? Zamanınızı dikkatli ve verimli kullandığınızı onu iyi yönettiğinizi düşünüyor musunuz? Belki bu konuya aldırmamayı tercih ediyor ya da es geçiyorsunuz. Ancak teknoloji çağını yaşadığımız şu günlerde ‘Zaman’ın yönetilmesi gereken önemli kavramlardan birisi olduğunu düşünüyorum. Zaman değerlidir! Bunu ister altın ile kıyaslarsınız ya da daha başka maddi bir değerle ancak ne yaparsanız yapın bu onun hayatın önem verilmesi gereken kavramlarından birisi olduğunu değiştirmez. O halde Zamanı yönetirken nelere dikkat edilmesi gerektiğine gelin hep beraber şöyle bir bakalım.
Plan yapma ve Not alma Alışkanlığı Kazanalım:
Mutlaka bir gün evvelden ertesi gün neler yapacağımıza dair kafamızda bir plan oluşturmaya gayret edelim. Önemliden önemsize doğru bir liste hazırlayarak programımızı şekillendirelim. Bu anlamda not almak bize daima yardımcı olacaktır. Yapılacakları yazıp gözümüzün önüne koyduğumuzda unutmak riskini de ortadan kaldırmış oluruz.
Gerçekçi Olalım:
Kendimizi dışarından yabancı bir gözle takip ederek hangi işe nasıl ve ne kadar zaman ayırdığımıza bakalım. Bununla da kalmayıp aslında ne kadar zaman harcamamız gerektiğini de ölçümleyelim. Ölçümlemeler esnasında kendimize karşı gerçekçi olmayı unutmayalım. Sonuç olarak sadece kendimize yardım etmeye çalışıyoruz. Bu bir yarış değil! Bu tip ölçümleri yapmak hem zamanımızı doğru kullanmamıza hem de gereksiz olanı elememize yardımcı olacaktır.
Erteleme Kavramını Hayatımızdan Çıkartalım:
Prensipli olmaya gayret edelim. Herhangi bir iş için ‘Yapacağım’ dediğimizde verdiğimiz sözden dönmeyelim. Zorlandığımız işlerde korkup kaçarak ertelemelere girişmeyelim. Ertelemek sonraki günlerde yapacağımız işler için vakit kaybı yaratacağından zamanımızı yönetebilmek şöyle dursun her şeyin allak bullak olmasına neden olacaktır.
Mükemmel Doğmak Ya da Olmak Zorunda Değilsiniz:
Kim mükemmel olmak istemez ki? Ancak günlük olarak yapmanız gereken işlerde her zaman mükemmeli yakalamak zorunluluğunuz olmadığını unutmayınız. Çoğu kez her şey en hatasız biçimde yapılmaya çalışılırken zamanın nasıl geçtiği unutulur ve yapılması gereken diğer önemli işlere fırsat kalmaz.
Çevre ve Aile Değişkenlerini göz ardı Etmeyelim!
Herkesin zamanı kendine ait olmakla beraber sevdiklerimize olan sorumluluklarımız gereği onları da yaptığımız program içerisine dahil etmemiz ve ayarlamalarımızı da onlara göre yapmamız gerekebilecektir. Buna hazırlıklı olmazsak karşılaşacağımız sürprizler hem tadımızı kaçırır ve hem de programımızı bozar.
Stres Vakit kaybının En Değerli Dostudur:
Yaptığımız programa yetişmeye çalışalım ve ertelemelere girişmeyelim demiştik. Bir şeylere yetişmeye gayret verirken çağımızın rahatsızlığı stres de ensemizde boza pişirecektir. Ona aldırmadan ve bizi esir almasına fırsat vermeden ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Unutmayın hiçbir şey dünyanın sonu değildir ama kendini strese kaptırmak insanın hem sağlığını tehdit eder hem de gereksiz zaman kaybettirtir.
Zamanı Yöneten Hayatını Yönetir:
Bildiğiniz gibi geçen zamanı depolayacak, bize geri getirecek bir mekanizma henüz icat edilmedi. Dolayısıyla elimizdeki bu süreyi en verimli şekilde kullanmak kendimize yapılacak en büyük iyiliklerden birisidir.
Kısaca zamanınızı yönetebiliyorsanız hayatınızı da yönetebiliyorsunuz demektir. O halde yöneten neden siz olmayasınız? Herkesin zamanına zamanında sahip çıkması dileği ile.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

13 Temmuz 2009 Pazartesi

8 ADIMDA UTANGAÇLIKTAN KURTULMA TERAPİSİ

Utangaçlık insanı kitleler arasında sessiz kılan, söyleyebilecek güzel bir şeyleri varken ona ket vuran arsız ve gereksiz bir engeldir. Öte yandan insanlar kendilerine yardımcı olmaya karar verdiklerinde bazı engellerin daha kolay aşılabileceği de bir gerçektir.
Karar vermek ilk aşamaysa da her şey bir anda başarılamaz. her şeyde olduğu gibi bunda da sabır ve emekle yol almak gerekir.
Bugün çok utangaç birisi iken ertesi sabah aniden uyanıp ‘Artık kimseden utanmıyorum, herkes benden utansın’ demek şansımız pek yoktur.
Kendimizle ilgili böyle bir şikayetimiz var ise bundan kurtulabilmek için öncelikle kendimizle iletişim kurmayı başarmamız gerekir.
Ruhumuzla bağlantı Kuralım:
Ruhumuzla bağlantımız sağlıklı olduğunda aklımıza takılan soruların en doğru cevabını yine kendimizden almak şansımız olacaktır. Günlük hayatın karmaşası içinde kendimizi dinlemek kimi zaman aklımıza bile gelmez. Böylelikle en basit ihtiyacımızdan bile habersiz yaşar gideriz. Oysa sağlıklı bulmadığımız alışkanlıklarımızı değiştirmek için kendimizden haberdar olmamız gerekir. Bu sayede sebeplerimize ulaşabilir daha huzurlu yaşamak şansını elde ederiz.
İletişim tamsa yola devam:
-Hangi durumlarda utangaç olduğumuza dair bir tespit yapmak başlangıç noktamız olacaktır. Bunu başından belirlemek çalışmalarımız esnasında zaman kaybetmemize engel olacaktır.
-Bir sonraki aşamada ise bu duygumuzun ortam, zaman ve insanlar açısından incelemesini yapmamız gerekecektir.
Bu iki önemli konu belirlendikten sonra kademeli olarak üzerine giderek problemimize çözüm bulmak için kendimize yardım etmemiz gerekecektir. Kendimizle ilgili problemlerde çözüme yönelik kararlar almak, moralimizi güçlendirerek olumsuzluğun üzerine daha büyük bir azimle gitmemizi sağlayacaktır.
Kimin yanında kendimi rahat hissediyorum?
Her konuda utangaç olmamız pek olası olmamakla beraber, böyle olduğunu düşünüyorsak bile yanında kendimizi nispeten rahat hissettiğimiz birileri illaki vardır.
Bu kişi annemiz, babamız, ailemizden birisi veya bir arkadaşımız olabilir. Kendimizi kimin yanında daha rahat hissediyorsak o kişi ile beraberken hareketlerimizi incelemeye alarak işe başlayabiliriz.
Bu kişi ile beraber olduğumuz zamanlarda nasıl rahat konuşup, nasıl rahat davranıyoruz. Bu anların resimlerini çekip kafamıza kaydedelim. Bu anların ve kendimizin farkında olalım. Gerekirse kağıda not alalım ve daha sonra gözden geçirelim.
Bundan sonraki aşama günlük hayatımızda ufak tefek uygulamalar yapıp kazanacağımız minik zaferlerle kendimizi desteklemek şeklinde bir çalışma olacaktır.
Rahatlık Uygulaması:
Kimi zaman kendimizi yanında pek rahat hissetmediğimiz bir insanla konuşmak durumunda bulabiliriz. Böyle zamanlarda:
-Konuşmamıza o insana bakmayıp farklı bir yöne bakarak başlayalım.
-Farklı bir yöne bakıp konuşmamıza devam ederken, yanında rahat konuşup, hareket ettiğimiz insanla ilgili aklımıza kaydettiğimiz anılarımızı geri çağıralım. Karşımızdaki insanın yanında rahat ettiğimiz o kişi olduğunu varsayalım.
Rahat olun kimse beynimizi göremeyeceğinden düşündüklerimizi sadece biz bileceğiz. Neyi nasıl hayal ettiğimizse sadece bize ait olacaktır.
-Bu uygulamayı yaptığımız ilk defalarda söyleyeceklerimizi mümkün olduğu kadar kısa tutma gayreti içerisinde olalım.

-Söyleyeceklerimizi tamamladıktan sonra cesaretimizi toplayarak, karşımızdaki insana bakalım. Sıcak bir şekilde gülümseyelim ve yanından ayrılalım. Gülümsemek için çaba sarf etmek gerekmez. Yüz kaslarımızı bildik şekilde oynatmamız yeterli olacaktır.
-Dikkat etmemiz gereken şeyler ise öncelikle az konuşmak ve konuşma tamamlandıktan sonra bulunulan mekandan ayrılmak olacaktır. Elbette bunu yaparken gülümsemeyi unutmayalım.
-Mutlak başarı istiyorsak önceden plan yapmak ve anı kafanızda oluşturmak daha faydalı olacaktır.
Yaptığımızdan hoşnut kalabilir veya hoşnutsuzluk duyabiliriz. Ancak ne olursa olsun
kendimizi tebrik etmek en doğal hakkımızdır. İlk uygulamada başarısız olsak dahi cesaretle ve azimle bu işin üzerine gitmemiz azımsanacak bir atak değildir.
-Bundan sonraki aşama, konuştuğumuz insanları çeşitlendirmek ve onlarla konuşma sürelerimizi de uzatmak olacaktır.
Genelleme yapmaya alışalım:
-Konuşma süremizi arttırmayı başardıktan sonraki adım ise genelleme yapmaya başlamak olacaktır. ‘Saat sormak’ kısa konuşmalar için biçilmiş bir kaftandır.
Uygulamaya yönelik minik bir örnek vermek bu aşamada daha destekleyici olacak diye düşünüyorum.
Saat Soralım:
-Alışveriş merkezlerinden birisine gidelim. Kolunda saat olduğunu gördüğümüz birisine saati soralım. Cevabımızı aldıktan sonra teşekkür ederek uzaklaşırken karşımızdaki insanın yüzüne bakarak gülümsemeyi ihmal etmeyelim.
-Bu sahneyi başarı ile tamamladıktan sonra daha uzun bir alıştırmaya geçebiliriz.
Dikkat etmemiz gereken insanlarla olan iletişimimizin süresini zaman içinde acele etmeden arttırarak güvenli bir biçimde davranışlarımızı oturtmaya çalışmaktır.
İkinci alıştırmada mesela bir adres tarifi isteyebiliriz.
Adres tarifi bazen hayat kurtarır:
-Yolda veya herhangi bir alış veriş merkezinde, tanımadığımız birisine, bir mağazanın nerede olduğunu soralım. Sorduğumuz kişi adresi bilmese de önemli olan insanlarla daha rahat ve uzun süreli iletişim kurabilmek adına bizim bu adımı atmaya gönüllü olmamızdır.
-Unutmayalım biz utangaçlığımızı yenmeye çalışıyoruz, insanlarda bize yardım etmek için orada. Yardım Meleğini ise kendimiz seçiyoruz.
Tanımadığınız insanlarla çok sınırlı konularda ve sınırlı zamanlarda konuşmak durumu söz
konusu olabilir. Kimi zaman konuşmayı uzatmaya kalkmak hatalı anlaşılma riski doğurabilir.
İçinizdekileri Paylaşın!
-Diyaloglarımızı arttırmak ve sürelerini uzatmak istediğimizde, ilk etapta aile içerisinden yardım almak işimizi kolaylaştıracaktır.
-Aile her şeyde olduğu gibi tüm başlangıçlar için en ideal ortamdır. Ancak her ortamda olduğu gibi bu ortamda da derdinizi anlatabileceğiniz ve anlatamayacağınız insanlar olacaktır.
Bunun için güvendiğiniz bir veya birden fazla insanı bir araya toplayarak onlara brifing verir gibi, bu durumu paylaşın.
-Ne kadar utangaç olduğunuzu ve bunu aşmak için neler yaptığınız gibi konuları onlara anlatmayı deneyin.
Bu bir nevi itiraf olup, sizde içinizdekileri dışarıya aktarmış olacağınızdan belli bir rahatlama duymanız kaçınılmaz olacaktır.
Bu tür brifingleri konuşmaya alıştığınızı hissedip, kendinizi daha rahat algılamaya başladığınız zamana kadar yapmanızı öneririm.
-Bu tür uygulamalar için haftada bir yapılan tekrar ideal olacaktır.
-Elbette her konuşmada nasıl utangaç olduğunuzu veya bu duyguyu yenmek için neler yaptığınızı anlatmak size sıkıcı gelebilir. Ancak her konuşmada kısa bir özet de olsa bu sorundan mutlaka bahsedin. Gelişme kaydettiğiniz durumları anlatın. Kendinizi biraz daha rahat hissettiğinizde de sevdiğiniz herhangi bir konuya geçerek bu konudaki fikirlerinizi onlarla paylaşın.
-Paylaşmak güzeldir, hele de sevdiğiniz insanlarla. Bu kısa uygulamalarla zaman içerisinde kendinizi daha rahat hissedecek ve süreçte de durumdan kurtulmayı başaracaksınız.
Her şeyde olduğu gibi bunda da istemek ve emek harcamak en önemli motivasyon kaynağımız olacaktır.
Patricia Muradi

12 Temmuz 2009 Pazar

10 Adımda İletişim Sanatı

İletişim duygu ve düşüncelerin belli bir amaca ulaşmak için karşımızdakilere aktarılmasıdır. Sözlü ya da sözsüz olsun sosyal birer varlık olarak biz insanlar için iletişim daimi bir gerekliliktir. Yaşadığımız yüzyılda da önemini kanıtladığından mutlu ve huzurlu olmak adına konuya özen göstermemiz gerektiği açıktır. Günümüzde neredeyse bir sanat olarak algılanan iletişimde başarı sağlamak için belli kurallara uymamız kanalların düzgün çalışmasına ve sosyal anlamda kendimizi daha rahat hissetmemize yardımcı olacaktır. Şimdi dilerseniz hep beraber iletişim sanatının 9 altın kuralına beraberce bakalım.
Vücut Dili ve gözler en değerli enstrümanlarımızdır:
Özellikle yüz yüze iletişimde temel kurallardan bir tanesi gerek kendimizin ve gerekse karşımızdakinin vücut diline dikkat etmemizdir. Ağzımızdan çıkan kelimeler ve vücudumuzun dili ne kadar uyumlu olursa iletişimde bulunduğumuz kişiler de söylediklerimizden o denli emin olacaklardır. Öte yandan karşımızdaki insanın vücut diline dikkat ettiğimizde elde edeceğimiz ipuçları da bir sonraki adım için strateji saptamamıza yardımcı olacaktır. İlgili insanlarla aynı ortam içinde iseniz doğrudan gözlerine bakarak konuşmak başarımızı arttıracaktır.
Her insana aynı yöntemler işlemez!
Aynı ses tonu ve benzer davranış tarzını benimseyerek her insan ile aynı şekilde iletişim kurmamız mümkün değildir. Bu anlamda yöntemlerimizi ve iniş çıkışlarımızı karşımızdaki insandan aldığımız elektriğe göre ayarlamamız gerekecektir.
Doğru zaman ve ortam şartlarını yakalamaya dikkat:
İletişime başlarken zamanlamaya ve doğru ortam şartlarının oluşup oluşmadığına dikkat etmek sanatın hakkını verebilmek için olmazsa olmazlardandır. Açlıktan bayılmak üzere olan bir insan önüne konmuş koca bir tabak mantıyı yemeye hazırlanırken ona perhizin faydalarından bahsetmek boşa harcanmış bir çaba olacaktır.
Sizin değil karşınızdakinin ihtiyaçlarına bakmayı öğrenin:
İletişim özellikle bir talep için yapılmaktaysa karşı tarafın ihtiyacı olan bir konu üzerinden başlamasına dikkat edilmelidir. Kendi ihtiyaçlarınızı sıralamak sonuç alamadan kanalların kapanmasına neden olacaktır.
Dinlemeyi bilelim:
İletişim esnasında karşınızdakini dinlemeye özen göstermelisiniz. Etkin dinleme sayesinde ihtiyaçları daha kolay anlayacağınızdan iletişimin amacına ulaşması için stratejilerinizi daha kolay saptarsınız. Kulaklarımız dinlemek içindir unutmayalım.
Konuşma dilini iyi ayarlayalım:
Konuşma dilinizi karşınızdakilerin anlayacağı şekilde kullanmaya özen göstermelisiniz. Sonuçta siz ne derseniz deyin söyledikleriniz ancak karşıdakilerin anlayabileceği kadardır.
Konuyu uzatmayalım net cevaplar verelim:
Size sorulan sorulara net cevaplar vermeye ve gerektiği kadar konuşmaya dikkat etmelisiniz. Diyaloğun uzaması kimi zaman karşınızdakini sıkacak, sorulara gereken cevapların verilmemesi ise kişinin aklında soru işaretleri uyanmasına neden olacaktır.
Olumsuz olmaktan ve emir kiplerinden uzak durmalı:
Kullandığınız cümle ve kelimelerin olumlu anlamlar içermesine, suçlayıcı ögeler ve emir kipleri taşımamasına dikkat ettiğimizde iletişim olumlu bir hava içinde sürecektir.
Empati bir Anahtardır kullanmasını bilene:
İletişimde bulunduğunuz kişilerin durumlarını anlamaya ve kendinizi onların yerine koymaya özen gösterin. Bu hem onları daha kolay durum analizi yapmanıza hem de kendinizi daha net ifade etmenize yardımcı olacaktır.
Gereksiz ısrardan uzak duralım:
İletişim kanallarının kapandığını anladığımız zaman ısrar ederek zaman kaybetmekten kaçınalım. Yapılan gereksiz ısrarlar kimi zaman bir sonraki diyaloğun başlamasına bir set çekecektir.
Bu altın kurallara uyduğumuz zaman hayatın hem daha kolay olacağını hem de düşündüklerimize daha rahat ulaştığımızı göreceğiz. Emek harcamaya değer. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

5 Temmuz 2009 Pazar

6 Adımda Pozitif Tartışma Sanatı:

Tartışma genellikle problem haline gelmiş bir durumu çözmek üzere yapılan sözlü bir fikir alış verişidir. Her ne kadar fikir alışverişine aracılık etse de bu işin nasıl yapılacağını bilmeyenler için tartışmanın tehlikeli olması kaçınılmazdır. Yolunu yordamını bilmeyenler için tartışma huzur bozan, insanı mutsuz edip moralini eksinin altına düşüren bir eylemdir.

Nasıl ve neden başlarsa başlasın sonunda birinin fikri galip gelecek olmadı orta bir yol bulunacak daha da olmadı problem çözümsüz kalacaktır.

Sonuçta haklı olanın fikrinin ortaya çıkması iyidir de, tartışırken sinirli davranan ve tartışmayı kavga ile karıştıran insanlardan birisi ile bu çoklu oyunu oynamak durumunda kalmışsanız durum sizi de zorlayacaktır.

Hemen her şeyde olduğu gibi tartışmada da belli bir adap ve uyulması gerekli kuralları vardır. Bu kurallar yazılı olmayıp, uyulmadığında hiç kimse sizi kanun zoruyla adapte etmeye uğraş vermez. Sonuçlarına katlanmaya hazırsanız, uymamak hakkınız daima saklıdır.

Tartışmaktan uzak kalmak her zaman için akıllıcadır. Diğer taraftan bu eylem içerisine girmek zorunda kalmışsak da adabına uymak gerekecektir. Bu hem iç huzurumuzu hem de insanlarla iletişimimizi korumamıza yardımcı olacaktır

Şimdi dilerseniz gelin tartışmaya girmek durumunda kaldığımızda gerek kendimize dikkat etmek ve gerekse karşı tarafı yaralamamak için yapmamız gerekenleri bir terapi tadında gözden geçirelim.

*Tartışma adabından habersiz olanlardan uzak durmaya çalışalım:
Her şeyde olduğu gibi tartışmanın da bir adabı olmakla beraber buna herkesin bizim anladığımız biçimde uyum göstermesini beklemek gibi bir lüksümüz yoktur. Bu nedenle açıkça gerekmedikçe özellikle tanımadığımız insanlarla tartışmaya girmekten daima kaçınmamız gerekecektir. Bu bilinçte bir davranış iç huzurumuzu korumamıza yardımcı olacaktır.
Sonucun ne olacağını bilemediğimiz gibi insanların davranışlarının biçimini ve sınırlarını da kestiremeyeceğimizden olumsuzluklardan uzak kalmamıza yardımcı olur.

*Tartışırken gözlerimize ve içerdiği anlamlara dikkat edelim:
Tartışma esnasında, gözlerimizi bilinçli kullanabilmeyi öğrenmek daima faydamıza olacaktır. Karşımızdaki insanın ne zaman gözlerine bakıp, ne zaman gözlerimizi üzerinden çekmemiz gerektiğini dikkatli ayarlamamız süreçte bize yardımcı olacak en önemli silahlarımızdan birisidir.
Karşımızda bulunan insana gözlerimizi dikmek kimi zaman meydan okuma, gözlerimizi kaçırmakta suçlamayı kabul veya ürkme anlamına gelebileceğinden, gereksiz yanlış anlamaları başından önlemiş oluruz.

*Vücut dilimize özen gösterelim:
Ne kadar soğukkanlı görünseniz de özellikle sizi iyi tanıyan insanlarla tartışma ortamı içerisinde kalmışsanız vücut dilimize dikkat etmek de işimizi kolaylaştıracaktır. Bazen yapılan ufak bir mimik o anda vermeyi istediğimiz mesajın yanlış algılanmasına neden olabilir.

-Eliniz kolunuz ne kadar ağrısa da asla kollarınızı kavuşturmamaya dikkat edin. Vücut dilinden zerre kadar anlamayan insanlar bile günümüzde kollarını kavuşturmanın karşındakinin fikrine katılmamak ve konuya kapalıyım mesajını vermek amacı ile yapıldığını varsaymaktadırlar.

*Ses tonumuzu duruma göre ayarlayalım:
Tartışma esnasında ses tonumuz ayrı bir özeni hak eder. Agresif olmaktan uzak sohbet havasındaki bir ses tonu daima lehimize bir puan olacaktır.

*Saygımızı ve sükunetimizi bozmamaya özen gösterelim:
Tartışmayı kan davasına dönüştürmemek için sinirli olsak da, bunu belli etmemeye saygı kurallarının gerektirdiği şekilde hareket etmeye özen göstermekte sürece uygun hareketlerden birisidir.

*Tartışma ortamı bir arena değil anlaşmazlıkların çözüldüğü yerdir:
Kendi fikirlerinizi kabul ettirmek için tepinmekten kaçınmak bizi daha az yıpratacaktır. Tartışma ortamını bilmediğiniz şeyleri öğrendiğiniz bir yer olarak kabul etmekte huzurunuzu muhafaza etmenize yardımcı olacaktır. Hiçbir konuda değilse bile karşınızdaki insanın ne zaman sinirlenebileceğini veya sınırlarını öğrenebilmek adına sakin olmak size kolaylık sağlayacaktır.

-Karşınızdaki insan dilediği kadar sinirlenebilir. Siz adrenalin seviyenizi normalde tutmaya özen gösterin. Bu hem vücudunuza zarar verip olumsuz değişiklikler yaratarak zayıf düşürür hem huzurunuzu bozar.
Gerekirse yanınıza bir paket çikolata bulundurun. Sinirlenmeye başladığınızı hissettiğiniz anda ağzınıza atarsınız. Kaldı ki sinirlerinizin gerilmesi tartışma bitiminden sonra bile sizi etkilemeye devam edecektir.

Bu ufak noktalara dikkat edildiği zaman tartışma sonucu ne olursa olsun, insanlarla yaşadığımız problemler daha az olur. Huzurumuz kaçmaz. Önemli olan huzur içinde yaşayabilmek değil midir?
Sevgiyle Kalın...

Patricia Muradi
Mayıs 2009 Genç Gelişim Dergisi

21 Haziran 2009 Pazar

10 Rules of Agency

I start my article by wishing everybody days with many ships and so much income. As I always emphasized, work never stops anyway. We go on playing our role like the players whose screen never closes down. Is this situation same for every country?
As we can travel abroad because of our job, there is
a possibility to assess how every thing has been done there.
We witness that people abroad do not give much
importance to working like us, as we have a continuous connection
with the agencies out of Turkey.
Generally, nobody in a country in the world, especially in Europe,
is obsessed with the subject of working like us. Is it because that
we are workaholics or they are senseless on this subject? I don’t
know... I have never known either. Are they more hardworking
than us so they do not leave any work to do for the weekend and is
it a mystery that nobody leaves work to do after 5 o’clock in the
afternoon? I don’t know this either. If there is someone who
knows, we want to learn it. The thing I know is both the shipowner
and the agents do not want to come to work at the weekends. Only
our citizens do not care about it. He doesn’t care whether it is
morning or evening. He works without protesting whenever he has
to work. Nevertheless everybody isn’t like us.
I had an unlucky experience to understand this when I called the
shipowner on Saturday to inform that the ship will arrive. As it
was a nice and shiny summer day, I had begun to open my e-mails
by planning that I am going to go out of the city and swim in the
sea in the afternoon.(Rule 1: You will never think. You will learn
to live whatever comes up to you). While I was looking whether
there was any important issue, a different ship name took my
attention. I had never met a name like this. When I opened the
e-mail by wondering about it, I saw that it was a message sent
after one hour we had left the office yesterday. (Rule 2: You will
never sleep without looking at your messages. If there is, the object
named as blackberry won’t be too much far away from you. I don’t
know why shipowners think that we have been dealing with the
computers for 24 hours).
Alas and Alas!! The tanker would come on Monday. By the way, it
was good news but the problem was how much cargo she would
carry and which port she would call. The receiver of the cargo
hasn’t been known yet. I couldn’t find any little detail related to
this tanker all through the week although I searched it in my brain.
We were the agent. We had to thank just now, everything was fine
but on the other hand the required information on the work we
have to deal with was still absent. (Rule 3: OK! Although you do
not know anything, you will learn to find by smelling your handful.)
So I had to move on by calling everywhere. But you all know well
that how sensitive those kinds of researches are. You have to be
very careful while making a research if there is someone carrying
the same kind of goods continuously. In short, you can’t ask
anyone in this way: “Do these cargoes which weigh up such tons
and that kind belong to you?” Then you have the risk of expressing
your commercial secrets. However a good agent has to be secretive
and never gives the information about its customers out. Then
what...??? You can’t do this, you can’t do that. How will the
receiver of these cargoes be found? (Rule 4: Ooo! You will know
this. Whenever there is a problem, everybody will be leave holding
the bag on the agency. I advise to read the famous poet ‘Call the
agent’. Remembering the poet will help you to show an attentive
approach to the situation.) Then what remained to be done?
Unfortunately; because of the time differences between the
countries the time elapsing will be waited for, thanks goodness that
the details should be asked to the person who wrote his phone
number and sent the message, will be called. (Rule 5: The proverb
“the one who asks has one side of his face dark; the one who
refuses to give has both sides” does not work out here. He gives it
or not, it is his choice. You are the one who will find the
information wherever it is. Because you are the agency!)
- Hello I am the person who is nominated as the agency about ...
tanker in Mersin. I want to ask...
I told but I could not find the opportunity to complete my words.
The person on the phone repeated the thing I know before with a
depressed tone by making me shut up:
- Today is Saturday!
I could not understand what he really meant. So I tried to go on by
repeating the same thing. (Rule 6: A good agency should know to
assess the psychological situation of the person he is in relation
with and to show the required behavior in this manner.)
- Yes, today is Saturday. The weather is nice here.
I told this with a smiling face. But the person on the phone didn’t
even smile, furthermore it was clear that he wanted to end this
phone call as short as he can.
- I am also talking about this madam. Today is Saturday and I do
not work on Saturdays!
(While I was talking on the phone in my office by walking around
the office I looked at my friends who were working as it was the
first day of the week although it was Saturday.)
I stopped speaking as I had to control my anger although my
nerves came upwards. Of course the shipowner was always right.
Especially when he was not right. (Rule 7: You won’t react
whether you are right or not and be like meat without nerves and
also whether he made you very upset.)
- You are right! It is also an off-day in Turkey but as you know job
doesn’t wait.
I went on with an increasing courage as I heard no voice.
- Thanks for giving the agency to us. We are just moving on. But
we do not have enough information to start the required
procedures and we have only one or two hour’s time. (Rule 8: You
will explain everything without making anybody scared although
the required information is your natural right as in the condition of
a missing information you will be marked as “Untalented Agency”
whether it is your fault or not.)
The person on the phone recognized the reality. But the
information I needed would not reach to me before Monday.
Because our dear shipowner was outside the city for a holiday. As
he was far away from the city, unfortunately he would not be able
to give the information I needed. Luckily I succeeded in taking the
satellite phone number of the captain in this whole noisy situation.
(Rule 9: You will know to work out in emergency situations and
benefit the advantages of technology.)
Then you will ask what did we do? If I try to explain this it will be
a waste of time for you? I am sure that my every agent friend
reading this essay can’t sleep well without arranging all the work
in this situation.
I am glad that all mobile phones, blackberry devices, fax
machines, computers and also our satellite phones that enable us
to communicate with the captains are all here and with us. I don’t
know what we could do if there was not an advanced technology
like this. What were people doing in the past when these were
absent? How can I know? I was too young to be included in this
job in the previous years. The best enjoying activity I had been in
the office was to mix up the telex machine bands and to cause my
father get angry with me and yell at me as “ What did you do?”.
As our subject includes in two different jobs like giving service and
agency, it is absolute that it both hard and enjoying. The tenth and
last rule will be “You should love your job to be successful”.
Otherwise would it be possible to bear up with all these?
With my lovely and nice wishes

Patricia Muradi

14 Mayıs 2009 Perşembe

Sözlerin Ve Düşüncelerin Büyüsü

Konuşurken kullandığınız olumsuz kelimelerin hayatınız üzerindeki negatif etkileri olabileceğinin farkında mısınız?
Peki ya söylediklerinizin, hatta düşündüklerinizin bile sizi nasıl kısıtlayabileceği veya sınırlarınızı ne kadar daraltabileceği konusunda herhangi bir fikriniz var mı?
Keşke söylemeseydim! Bunları aklıma bile getirmeseydim! Keşke hiç düşünmeseydim! Dediğiniz olaylarla karşılaştığınız oldu mu?
Peki ya konuştuğunuz veya düşündüğünüz şeylerin başınıza geldiğini gördünüz mü?
Zannederim hemen hepiniz bu tür duyguları zaman içinde yaşadınız.

Madem söylediklerimizin, hatta aklımızdan geçenlerin hayatımızda böyle değiştirici, yönlendirici ve güçlü bir etkisi var, o halde neden bu durumu kendi lehimize kullanmayı denemeyelim?

Öyle ya! Olumsuz kelimeler veya olumsuz düşünceler hayatımızı bu denli etkileyecek bir güce sahipse bu gücü hayatımızı olumlu yönde etkilemek ve daha mutlu olmak adına kullanmak daha mantıklı olmayacak mı?

Bunların yanı sıra, olumsuz sözler, düşünceler ve olumsuz kurulmuş cümlelerinde ikili ilişkilerimizi istenmedik bir şekilde etkilediği göz kapatılamayacak bir gerçektir.

O halde gelin bundan sonraki süreçte hep beraber, bu konuda neler yapabileceğimize şöyle bir göz atalım.

*Yaşanmışlıkları tarayalım.
Geçmiş, geçmiştir. Onu olduğu yerde bırakmak ve içinde bulunduğumuz ana yoğunlaşmak en akıllıca harekettir. Ancak eğer gelişimimize katkıda bulunacaksa, yaşadığımız olaylardan ders çıkarmak gerektiği de açıktır. Bu nedenle kimi zaman geriye dönük bir tarama yapmak hayatımızı daha kontrollü yaşamak için gerekli olacaktır.

Geçmişimize dönük inceleme yaparken birkaç noktayı göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Kendimizi incitmeden, söylenmiş sözler için pişmanlık duymadan, keşkelere takılmadan yolumuza devam etmeyi ilke olarak benimseyelim. Dikkat edeceğimiz bir diğer önemli konu da kendimize karşı açık olmayı becerebilmek olacaktır.

Diğer insanlardan kendimizi ve hissettiklerimizi gizlemek mümkün olsa da, olaylar bizim içimizde olup bittiğinden kendimizden gizlenmemiz pek olası değildir.
Kendimizi kandırmayı deneyebiliriz. Ancak bunu yaptığımızda bir süre sonra benliğimizi incitmek riskimiz doğacak bu da bizi mutsuz olmaya itecektir.

Dolayısıyla ne kadar açık ve rahat olursak düşünme sürecimizi o kadar sağlıklı kullanmış oluruz.
Bunlara gerekli özeni gösterdikten sonra yapacağımız hayatımızın önceki dönemlerini inceleyerek iki önemli noktayı bulmaya çalışmak olacaktır.
Acaba biz evvelce,
-Herhangi bir konuda olumsuz konuşup da bu durumun karşımıza çıktığını gördük mü?
-Sadece aklımızdan geçirmekle yetinip sonra da aynı durumu tüm olumsuzlukları ile yaşadığımız oldu mu?
Bulduklarımızı bir kenara koyup, yaptığımız hataları tekrar etmediğimiz sürece geçmişteki kayıplarımız bugünün kazanımları hanesine yazılabilir diye düşünüyorum. Bu kayıtlarımızı alıp daha sonra kullanılmak üzere bir kenara bırakalım.
Bu deneyim bize bundan böyle olumsuz düşüncelere kendimizi kaptırmamızın doğru olmadığını yeteri kadar göstermiştir zannederim.

*Şimdiki zaman taraması yaparak kendimizi inceleyelim.
İçinde bulunduğumuz günün, anın, yaptıklarımızın, düşündüklerimizin, ağzımızdan çıkanların daha çok farkında olalım. Farkındalığımız ne kadar açık olursa, var ise hatalarımızı yakalama ve tekrar etmekten kurtulma şansını yakalamak o denli yüksek olacaktır.
Evet, hepsi bundan ibaret. Yapmamız gereken söylediklerimize ve bunların sonrasında gelişen olaylara dikkat etmekten ibaret olacaktır.
Bu çalışmayı, yaşadığımız an içinde kendimiz ile ilgili farkındalığımızı arttırmak için yapmamız gerekecektir. Şimdi kendinizi hazır hissediyorsanız bir sonraki adıma geçebiliriz.

*Olumsuz düşüncelere son!
Kişilerin diğerleri ile olan anlaşmaları yanında kendileri ile olan anlaşmaları da mevcuttur. Kendimiz ile yaptığımız anlaşmalar da kendimize karşı tutarlı olmamız açısından önemlidir. Böylesi anlaşmalarda kuralları biz bozup biz koyduğumuzdan, zamana ve zemine göre hareket edebilme şansımız oldukça yüksektir.
Kendimizle yapacağımız anlaşma ise; oldukça basit, kısa ve net.
Kafamızdan geçen olumsuz düşüncelere bir son vererek, bunları hayatımızdan çıkarıp atmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Buna bir nevi ‘Düşünceler ile savaş’ da diyebilirsiniz.
Savaş evet ama sonunda bizim kazançlı çıkacağımız ve tek korunma silahımızın aklımız olduğu bir savaş.
Hoşumuza gitmeyen, bizi bunaltan, kötü yönde etkileyen, her ne düşünce var ise aklımıza geldiği ilk anda kafamızdan atarak bunun yerine olayın tam tersini ve olumlu olanını koyalım.
Elbette ilk zamanlar bunu yapmak zor veya olanaksız gelebilir. İnsani olan bu tepkilerimizi bu kez görmezlikten gelip kendimizi olumlu olmaya yöneltelim.

Düşünce değiştirme yöntemi:
Olumsuz düşünceleri olumlu olanlarla değiştirelim demiştik. Demekle kalmayıp küçük bir örnek verelim ki konu daha rahat anlaşılsın.
Diyelim ki sınava gireceğiz. Herkesin hayatında bir şekilde sınava girdiği zamanlar mutlaka vardır. Varsayalım ki başarısız olma ihtimali de bizi çok korkutuyor. Kafamızdan bunu bir türlü çıkarıp atamıyoruz. Yemek yerken, hatta oturmuş ders çalışırken bile bu konu bir yerlerden aniden kafamızın içine yerleşip, bize soğuk terler döktürüyor.
Yapacağımız tek şey kendimizi başarısızlık düşüncesinden kurtarmak için önlem almaktır.
Nasıl mı? Bu olumsuzluk aklımıza her ne zaman gelirse durup kendi kendimize tekrar edelim.
'Ben bu sınavı başarı ile atlatıyorum'
Burada dikkat etmemiz gereken şey; içinde bulunduğumuz anda sınava girmiş ve kazanmış gibi zihnimizi olumlamamız ve bu olumsuzluk kafamıza her ne zaman takılırsa aynı olumlamayı tekrar etmemiz.
*Olumsuzluk içeren kelimelerden ve cümlelerden uzak duralım.
Bu da kendimiz ile yapacağımız diğer önemli anlaşmadır. İnsanlarla ilişkilerimizde ve konuşmalarımızda daima olumlu cümleler kurmaya ve olumlu kelimeler kullanmaya özen gösterelim.
Nasıl mı yapacağız? Gelin ufak bir örnek ile hemen görelim.
Örneğin çocuklarla girilen diyaloglarda birçoğumuz nedense onların yapmamalarını istediğimiz şeyleri söyleriz. Çocuklar da inatla yaptıkları her ne ise bıkıp usanmadan aynını yapmaya devam ederler.
Olumsuz eklentili kelime ve cümleler özellikle çocuklarda belli bir direnç oluşturur. Dolayısıyla ‘Yapma!’ dediğiniz anda savaşı kaybetmişsiniz demektir.
İstediğinizin yapılmasını arzu ediyorsanız işin sırrı yapmalarını istediğiniz her ise onu söyleyerek duruma müdahale etmeyi denemektir.
Zannederim birçok anne baba çocuklarının koltuklara çıkıp zıplamalarından hoşlanmamaktadır. Tıpkı çocuklar gibi büyüklerde ‘Yapma!’ kelimesinden hoşlanmaz ve sonuna ma eklenmiş her türlü emir cümlesine direnç gösterir.
Ne kendimizi ne onları yormamak adına yapılması beklenilen veya istenileni olumlu kurulmuş cümleler ile ifade etmek, iletişimde başarı şansımızı arttırır.

*Suçlama dolu cümleler kurmaktan kaçınalım.
İnsanlarla ilişkilerimizde söylemek istediklerimizi zihnimizin içinde biraz evirip çevirerek ve mümkünse öncelikle kendimizi onların yerine koyarak söylemeyi deneyelim. Dikkat edin söyleyeceklerimiz öncelikle bizim kulağımıza hoş gelmeli.
Gerçekten haklı olduğumuza inandığımız zamanlarda dahi karşımızdakilerin durumu ile ilgili değerlendirme yapmadan ve düşünmeden konuşmaktan kaçınalım.
İnsanlar hata yapabilir. Hataları nedeni ile suçlama yapmak da en kolay yoldur. Ancak şurası da bir gerçektir ki, bizde dahil hiç kimse suçlanmaktan hoşlanmaz.
Konuşmaya suçlamalarla giriş yapmaksa diyaloğu daha başlatmadan bitirmenize neden olacaktır.
Suçlama yapmak yerine, hissettiklerimizi anlatmak onların da duruma bizim açımızdan bakmalarına zemin hazırlayacaktır.
Bir arkadaşımızın istenmedik bir davranışı karşısında bizde olumsuz bir cümle ettiğimizde olay genellikle pek tatlıya bağlanmaz, diyalog kapanabilir.
'Bu davranışın beni çıldırtıyor' gibi bir söylem karşısında insanlar ister istemez olumsuz tepkiler verebilirler.
Bunun yerine 'Ben bu davranışa üzüldüm' cümlesinin daha etkin bir sonuç alacağına inanıyorum. Üzüldüğümüzü ifade etmekle beraber direk suçlama içermediğinden kabul edilebilirdir.
Söylediklerimizin suçlayıcı olmamasına dikkat ettiğimizde insanların bizi dinlemeye daha istekli olacakları bir gerçektir. Böylelikle bizde hayatımızı ve ikili ilişkilerimizi daha kolay yürütmek fırsatı yakalamış oluruz.
*Düşüncelerimize ve hayatımıza sınırlar çizmekten vazgeçelim.
Aslında tek başına incelenmesi gereken özel bir konu olmakla beraber gerek düşüncelerimize ve gerekse hayatımıza koyduğumuz sınırlamalar bizi olumsuz etkileyeceğinden bu konunun üzerinde kısaca da olsa durmak gerektiğini düşünüyorum.
Şunu yapabilirim, bunu yapamam gibi düşünceler bizi kısıtlamaktan öteye gitmez.
İnsan olarak bizler güçlü varlıklarız. Ne var ki gücümüzü ancak karşılaştığımız zor durumlar karşısında sınayabilme olanağı bulabiliriz. Hayat bizi zorlamadıkça içimizdeki güçten haberdar olmadan günlük ve sıradan olayları yaşamaya devam ederiz.
Elmayı avucumuza koyan birileri varsa neden ağaca tırmanalım ki?
İyi de ya bir gün elma avucumuzun içerisine konulmazsa?
İşte o zaman gücümüzü denemek ve kendimizi bilmek zamanıdır!
Koşullar zor veya imkansız görünse de içimizde varolan gücümüz sayesinde konu her ne ise üzerine gidip uğraş verdiğimizde başarı kaçınılmazdır. Gerçek anlamda hiçbir güzellik önümüze altın tepsi içerisinde konulmaz. Dolayısıyla koşullara veya yapamayacağımız fikrine takılmak yerine, işin neresinden başlamamız gerektiğine bakalım.
Karşılaştığımız her zorlukta veya başarmak istediğimiz her işte öncelikle sakin kalmaya özen gösterelim. Olaylar arasında ayırım yapmadan her zaman ve her koşulda başarılı olacağımıza önce kendimiz inanırsak başarıyı elde etmede önemli bir adım atmış sayılırız.
Çalışmaya açık olup düşüncelerimizde kendimize engel koymaktan uzak kaldığımız sürece başarıyı yakalama şansımız her zaman daha yüksek olacaktır.

10 Mayıs 2009 Pazar

Her Limanda Bir Sevgili?

Bildiğiniz gibi seyahat etmek, uzak yerlere gidebilmek evvelki yıllarda her yiğidin harcı değilmiş. İnsanlar açıkça gerekmedikçe yerlerinden bile kımıldamaz, herkes kendi şehrinde yaşar, bir başka yere gitmesi için de genellikle önemli bir takım nedenleri olurmuş.
Seyahate çıkmak gerektiğinde günlerce düşünülür, ardından uzun uzun hazırlıklar yapılırmış.

Denizciler içinse bu durum oldubitti pek geçerli değildi. Onlar gemilerine binerek dünyanın en değişik yerlerine gider ve aylar boyu seyahat halinde olurlardı. Dünyanın farklı ve güzel kentlerini görme ayrıcalıkları bir yana hele o ‘Her limanda bir sevgili’ hikayeleri yok mu? Zannederim bu durum da herkes için ayrı bir kıskançlık konusuydu.

Ailelerinden devamlı uzak olmaları, hiçbir yere bağlı kalamadan okyanuslar ortasında bir deniz kabuğu gibi salınan gemide oradan buraya gitmeleri… Denizin kudurduğu zamanlarda dalgalarla boğuşmak zorunda kalmalarını es geçenler her limanda bir sevgilileri olduğu hayali ile denizcilerin hayatlarına şöyle bir iç geçirirlerdi.

Eh yalanda değil hani. İrili ufaklı gemiler, ambarlarındaki yüklerle bir limandan diğerine nazlanarak yüzerken zamanın ve şartların gereği uğrak yerlerinde indir bindir işlemleri nedeni ile epeyce bir vakit kaybedilirdi.

Gemi limanda uzunca bir süre geçirirse ne olacak? Elbette kaptan ve dahi mürettebat dışarı çıkacak, yemek yiyecek, alışveriş edecek, şehirle tanışacak…

Hele birde yükün düzenli olarak iki liman arasında taşındığını varsayacak olursak, çaresiz gidilip gelinen bu limanlarda çeşitli dostluklar kurulacak.
Aşklar, ayrılıklar, kavuşmalar yaşanacak. Mendiller sallanıp gözyaşları dökülecek. Kavuşmaların heyecanına sevgiliye bir ülkeden diğerine taşınan hediyeler eşlik edecek.

Alan memnun, satan razı iken bir zaman sonra malların ayrı ayrı taşındığı, hem yüklemeyi ve hem de tahliyeyi kolaylaştıran konteyner dediğimiz demir sandıklar icat edildi.

Konteyner gemilerinden sahipleri pek hoşnuttur da acaba kaptanları bu durumdan memnun mudur? İşte onu sormak lazım…
Arada bir gelen dökme yük gemilerini hesaba katmazsak (ki katmasak daha doğru, çünkü bir gelenin genelde bir daha gelmesi pek zor.) artık ne rıhtımda bir hafta kalan gemiler var, ne de adamcağızların işten güçten başlarını kaşıyacak vakitleri. Gemi geldi, iş altı edildi. İşi bitti derken gelmesi ile gitmesinin neredeyse bir olduğu denizciler tarafından bilinen bir gerçek. Hal böyle olunca da gemidekilerin sosyal hayata ayıracak vakitleri olacağı pek düşünülemez.
Bu durumda da gerek kaptanlar gerekse mürettebat bırakın şehir gezmeyi gemiden burunlarını bile çıkaramıyorlar.

Derdi bize mi düştü diyebilirsiniz. Düşmedi elbette ama konteyner gemilerinin artması ile denizcilerin sosyal hayat anlamında özenilecek bir taraflarının da kalmamış olduğu ortadadır.

Buna rağmen deniz halen cilve yapıp zorluk çıkartmaya, mürettebat problemlerle uğraşmaya, kaptanların da sinirleri halen gerilmeye devam etmektedir.
Tüm bu tantananın arasında zaten sosyal hayatı tamamen bitmiş olan denizcilerin de gerçek birer Polyanna olması gerektiği açıktır.

Bunu başaranlar var mıdır? Gemiler her şeye rağmen bir limandan diğerine koştuğuna göre evet! Bize de onları takdir etmek kolaylıklar dilemek düşmektedir. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Bosphorus – The OX Passage

Başlığı görünce aklınıza ne geldi bilmem ama sözünü edeceğimiz ünlü bir otel değil. Tarih boyunca çeşitli pazarlıklara konu olmuş boğazlarımızda gemiler geçiş yaparken yaşanan zorluklar, son dönemlerde üzerinde oldukça kafa yorulan kazalar veya kaza olma olasılıkları üzerine tutulan istatistikler değil. Bir süre evveline dek aklımızı epeyce meşgul eden ve yine boğazlarımızı konu alan 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö anlaşması hiç değil.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul boğazının güzelim manzarasını seyrederken aklıma birden mitolojideki o eski hikayesi takıldı. Yani boğazın boğaz olma meselesi… Nasıl mı? Gelin hep beraber derin bir nefes alıp mitolojinin tozlu sayfalarında şöyle bir gezintiye çıkalım. Efsanelerin ağızdan ağza dolaştığı yeraltı, yeryüzü, denizler ve hatta aşkın bile farklı tanrıların hakimiyetinde olduğuna inanıldığı o günlere şöyle bir uzanalım. Hemen her yaşamsal duruma ait farklı bir Tanrı olsa da bunların arasında Zeus’un yeri farklıymış. Mitolojik söylencelere bakılacak olduğunda Zeus hepsinin başı konumundaymış. Aynı zamanda da kadınlara zaafı olan uslanmaz bir çapkınmış. Söylenen o ki hüküm sürdüğü zamanlarda yanında yakınında bulunan ve beğendiği hiçbir hatun kişiyi es geçmemiş. Böyle çapkın bir adam eğer evliliklerin koruyucusu olduğu kabul edilen yüce tanrıça Hera ile evli ise neler olabileceğini varın artık siz düşünün. Kadıncağız bu durumda kendi evliliğinden başını kaldırıp da diğer evliliklerin kurtulması için çaba gösterecek vakti nasıl buluyordu bilemiyorum ama dedim ya ben mitlerin yalancısıyım.

Hiçbir zaman akıllı durmayan ve her seferinde bir şekilde karısına yakalanan Zeus günlerden bir gün de gönlünü İo adında bir kızcağıza kaptırmış. Artık aşık mı oldu, kendisine farklı bir eğlence olsun diye mi onun peşine düştü bilinmez. Öte yandan İo, Hera’dan korktuğu için uzunca bir süre itiraz ederek Zeus’tan kaçmış. Ancak tahmin edeceğiniz üzere bu sızlanmalar yüce Tanrı Zeus’un pek de umurunda olmamış. Zaten böyle durumlarda Tanrılar Tanrısını durdurmanın mümkün olmayacağını mitolojiyi az biraz bilenler bilirler. Günlerden bir gün Zeus tam Io’yu bir köşeye kıstırmışken birden karısı Hera’nın geldiğini haber almış.

Bir erkek olarak payen ne olursa olsun sonuç değişmez! Her zaman ve daima karından korkarsın. Bu kural Zeus için de bozulmadığından hemen durumu kurtarmaya çalışarak etrafı bulutlarla kaplamış. Böylelikle Hera’nın Io’yu görmeyeceğini ve vaziyeti savuşturabileceğini hesaplamış ama nafile…

Tanrıça Hera kocasının bu numaralarını artık ezbere bildiğinden etraftaki bu alakasız bulutları görünce şüphesi ikiye katlamış. Hemen derin bir nefes alıp bulutların üzerine üfleyerek dağılmalarını sağlamış. Zeus ise her tecrübeli adam gibi bu duruma da bir kılıf bularak Io’yu bu kez de bir öküze çevirmiş.

Hera ortalığı kolaçan edip herhangi bir kadına rastlamayınca biraz durulur gibi olmuşsa da birden kendisine saf saf bakan öküz biçimindeki Io çekmiş dikkatini. Artık içine mi doğdu, yoksa hırsını mı alamadı bilinmez ani bir kararla her şeyi bırakıp Io’nun üzerine gitmeye başlamış.

Io can havliyle kaçarken Hera da peşinden koşturmaya devam etmiş. Anlatılan o ki; bu amansız kovalamaca Ege kıyılarından başlayıp Karadeniz’e dek sürmüş. Can havli ile kaçan bir öküzün ayakları altında kalan kara parçaları da kimi yerlerden ayrılarak bu günkü Ox Passage ya da diğer adı ile Öküz Geçidi’ni oluşturmuşlar.

Baktığınızda bu kadar güzel bir yere neden bu ismin layık görüldüğünü anlayamasak da hikayeyi duyunca hak vermemek pek mümkün değil.

Adı her ne olursa olsun dünyanın en özel yerlerinden birisine sahip olduğumuz için şanslı bir ülke olduğumuz muhakkak. Her şey güzelliklerle bitmese de bu ayrıcalığa sahip olduğumuzu bilmek ve boğazın güzelliklerine bakarak içinde kaybolmak insanın moralini düzeltiyor ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi
(05/04/2009 tarihinde Haber Türk gazetesinde yayımlanmıştır.)

7 Nisan 2009 Salı

Kadından Kaptan Olur mu?

Evvelce kadınlar birçok iş alanından uzak tutuldukları gibi denizcilik sektörüne de pek yanaştırılmazlardı.
Bu gün kadınları memnuniyetle kabul edip çalışmalarına olumlu bakılıp başarılarına alkış tutulsa da, sektör yıllarca evvel bu kuralın en katı uygulandığı yerlerden birisiydi.

Gemilerinde kadın olmasına şiddetle itiraz eden denizciler içinde durum bundan pek farklı değildi. Şayet kaderin bir cilvesi ile kadın olarak dünyaya gelmişseniz yolcu taşıyan gemiler hariç diğerlerine binebilmeniz için ancak ölümden kurtarılmış bir kazazede ya da savaş sonucu elde edilmiş bir ganimet olmanız gerekirdi.

Belki narin yapıları, duygusal yanlarının ağır bastığının düşünülmesi ya da sebep bunlardan hiç birisi… Kim bilir? Tek bildiğim uygulamanın yüzyıllar boyu bundan ibaret olduğu.

Geçen zaman ile beraber ne olduysa oldu; kadınlar her şeyde olduğu gibi sabırlı davranıp sonunda yavaşça bu işin içine de sızmayı bir şekilde başardılar. Günümüzde durum artık o denli değişti ki kadınlar uzak yol kaptanlığı dahi yapabilecek bir konuma geldiler.

Eh tüm bu değişiklikler bir günde olmadı elbette. Süreç yavaşça ve son derece zararsız bir şekilde işledi. Hiç kimsenin ruhu duymadan sonunda olan oldu!

Kadınlar önce ofislerde sekreter olarak göreve başladılar. Telefonlara bakan, notları alan ve kimi zamanda mektupların yazılmasına yardımcı olan kadınları başlarda pek kimse hesaba almadı. Üstelik bu yeniliğe kimsenin itirazı olduğu da söylenemezdi.
O güne dek sadece erkeklerin hüküm sürdüğü ofislere dişilerin de boy göstermesi dikenlerin arasında yer alan bir gül gibi şefkatle onaylandı.

Hatta erkeklere kıyasla daha düzenli olmaları, etraflarının temizliğine dikkat etmeleri onların takdir görmelerine ve ayrıcalıklı tutulmalarına neden oldu. Üstelik giyim kuşamlarına da erkek elemanlardan daha fazla özen gösteriyorlardı ki bu da ofislerin daha kaliteli bir görünüme bürünmesini sağlamıştı.

Zaman içerisinde kadınlar ofisin içinde vakit geçirdikçe, işlerin telefonlara bakmak ve mektupları dikte etmekle sınırlı kalmadığını anladılar. Bu kez onlar yaparsa bizde yaparız iddiası gündeme geldi. Erkeklerin iki katı çalışmaya kendilerini mecbur hisseden bir psikoloji ile işe giriştiklerinden kısa sürede ön plana çıkmayı başardılar.

Onların bu kadarla yetineceğini zannedenlerse bir zaman sonra yanıldıklarını anlayacaklardı.
Maalesef bir süre sonra kadınlar erkeklerin yıkılmaz kalesi ve hamamlar hariç bir başlarına istedikleri muhabbeti edebilecekleri tek yer olan limana da el atmaya karar verdiler.

Erkekler bu durumu önce tuhaf bulup ‘Ne alaka canım’ diyerek hafif yollu itiraz ettilerse de yapılan baskılara dayanamadılar. Hemen hepsi kadınların şikayet edip somurtmasına dayanamadıklarından sonunda pes ettiler.
Başlarda edilen katı itirazlar sonunda ‘Götürelim canım kızcağızı o da görsün bakalım, liman nedir, gemi nedir? Nasıl yanaşır’ söylemlerine dönüşüverdi.
Kadınlarsa yeni tanıştıkları bu mekanı pek sevdiler. Öyle ki ofisin içine döndükleri zaman bile o tozlu rıhtımları, denizin mavi sularını, gemilerin suların içinde nazlanarak dönüşünü akıllarından çıkaramadılar.
Bunun üzerine cesaretlenip bir adım daha ileri gittiler. Kimisi ofisin içerisinde kalıp daha farklı ve önemli görevleri yapmayı tercih ederken kimisi de gemilere atlayıp uzak yollara açıldılar. İşin bu aşamasında hiç kimsenin yapacak bir şeyi kalmamıştı.
Çünkü artık kadınlardan da kaptan oluyordu.
Günümüzde her sektörde olduğu gibi Denizcilik sektöründe de kadınların yerlerini aldıklarını görmek mutluluk verici. Hele ki çocukluktan yeni çıkmış görüntüsünü halen koruyan gencecik kızlarımızı üniformaları içinde görmek benim için ayrı bir keyif.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi
(Bu yazı Haber Türk gazetesinin 29/03/2009 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)

27 Mart 2009 Cuma

Merhaba

Yıllar evvel Paulo Coelho’nun kitaplarından birinde bir atasözüne denk gelmiştim. ‘İyi huylu küçük keçi hiçbir zaman melemez.’Sizi bilmem ama ben daha melemeyen, sessiz, sakin, küçük bir keçiye denk gelemedim. Bugüne kadar gördüklerimin tamamı pek gevezeydi.
Ancak büyük üstadın sözü kullanarak anlatmaya çalıştığı bu değildi zannederim.
Sempatik bir cümle olması, birazda minik çocukları hatırlatması nedeniyle hiç aklımdan çıkmadı. Öte yandan bana çocukların sızlanışlarından çok devamlı ağlayıp şikayet eden insanların haklılıklarının aslında hep sorgulanması gerektiğini düşündürdü.
Doğaldır ki her insanın varmak istediği hedefler, gitmek istediği bir yol, bu yolda karşılaştığı büyük küçük problemler, yaşadığı mutsuzluklar vardır.
Tüm bunların ise ağlaya sızlaya vakit kaybedilerek halledilemeyeceği açık.
O halde ne yapmalı?
Küçücük bir çocuk gibi sızlanıp, şikayet edeceğimize, durumumuza bakıp; neredeyiz, nereye varmak istiyoruz, ve varmak istediğimiz yere ulaşmak için nelere ihtiyacımız var diye hayatımızı gözden geçirmemiz gerekir.
İşte kişisel ve ruhsal gelişim tamda bu noktada devreye girer. Birisi hayatta varmak istediğimiz hedeflerin sınırlarını zorlamamız için bize gereken güven ve desteği vererek kendimizi daha yakından tanımamıza yardımcı olurken diğeri de ruhsal anlamda bilincimizi daha üst seviyelere taşımamız için gözümüzü açar. Kısaca bu iki konu birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
O halde gelin, bugüne kadar yaptıklarınızı bir kenara bırakın ve bundan sonra neler yapacağınıza şöyle bir bakın. Yaşadıklarınızın yanlış olduğunu düşünmeden, hatalarınız altında ezilmeden, hepsini yaşanmış olması gereken ve size en azından bundan böyle ne yapmamanız gerektiğini hatırlatacak birer deneyim olarak kabul edip kişisel tarihinizde kendiniz için bir milat yaratın.
Unutmayın bunu ancak siz yapabilirsiniz, sizin yerinize bir başkası değil! Çünkü belki de artık sizin yol göstermeniz gereken sevgili minikleriniz var……
Sevgiyle kalın.

21 Mart 2009 Cumartesi

When Germ Invades Blood

Never ever begin something saying, “I can give it up, if I don't like it”. Particularly the shipping agent profession never!

The germ of this profession enters your blood slowly, and you do not become aware of it. Because it has no color, taste or smell, I cannot tell you to “Run away to the farthest corner if you come across it!”. You cannot see it from afar and pass by it without touching, for it is not visible. It looks quite innocent and modest in the beginning. The work seems routine. Even, a few days later, it is as easy as a pie for you to start thinking “How nice it is! I can do this even while I am doing a handstand.” Because there are not many documents around, you start thinking that the situation consists of only the ship files, and that you can learn their contents effortlessly. As you begin the day with the joy of thinking “How beautiful jobs there are in the world!”, you may even make plans for the evening. Then, as you slowly clear up the things and go out, you notice that there are some people behind still working busily. Even though you may not care in the beginning, your curiosity overwhelms you and
you make the mistake of your life by asking:
- Don’t you go home, Mr. So-and-so?
Knowing that she is a novice, Mr. So-and-so laughs up his sleeve
and says:
- No, the boss wanted me to have today’s watch.
Putting a bold face on for she cannot understand whether she is
being made fun of, the novice continues:
- How? Should we keep watch every day?
Because it is impossible to explain how, and further because he has
a lot to do, Mr. So-and-so cuts it short.
- I’m joking. I haven’t got through with my work yet.
- I see.
Well, it has not been understood well, but anyway, she will soon
understand it. Wonder they should begin informing this novice of the
realities of the profession. I think it would be better to do so.
- Work is endless here…
Because the novice is not cognizantof what is going on, she repeats her
target question;
- Well, I think I can go, can’t I?
- Of course… whenever you want.
- Actually, I would like to stay and help… but???
Mr. So-and-so feels he would get drown in boredom. Bills of lading from ports of loading have already been jumbled up. It would take ages for him to segregate the containers that were shipped and that were not shipped for they had been late for the vessel, and to write
them off the lists. He does not have the time to deal with this novice among all things he has to do. Take it easy; let this bird be free for a few days more. Tomorrow will take care of itself. Anyway, what did the boss say? “Do not scare Ms. Novice in the beginning. God forbid, she may run away. I want her to continue working here. You can train her slowly.”
He interrupted Ms. Novice in haste:
- No… No, please go ahead. There is no emergency.
The muscles on his face cranked up while he was trying to smile as he was talking. Once the novice went out, he began massaging his face, thinking:
“No emergency! Am I joking? I will see you tomorrow if these bills of lading are not delivered to the customs! If you are lucky, you can clear things up in a few hours and go home. Otherwise, you will have to stay awake all night to complete things, go home, have a shower and come back to the office again.
There is no choice other than clearing things up. Everything must be prepared before the arrival of vessels. Take it easy, you can stay up all night one more time. This is neither
the first nor the last.
Mr. So-and-so knows these things very well, but how on earth this novice shipping agent would know it. Just as him when he first began. Just as you gather yourself together and ask “What have I done?”, it is too late, the germ has already started wandering in your veins, heart, and every corner of your mind.
It is for this reason that your eyes begin to look for the sea first, and then the ports in every country you visit.
It is then that you begin seeing the vessels as old friends as you pass by a port.
It is then that you begin counting the containers, load and unload them, and even send supplies to ships in your dreams. A further stage of this dream involves rescuing a ship, whose master
has suddenly fallen sick (and there is no chief officer, but come on this is a dream!), from a storm. Having this dream is not a good sign. It means that you have gone nuts, and so we kindly request you
to keep your temper. It is then that you begin programming your life according to the departure and arrival dates of ships. While others do nothing between two holidays and wait for the holidays to end without any activities, you wait for the ships to go and program your private life accordingly.
It is then you notice that this germ has dispersed all around your body completely.
Yes, our profession is difficult,but all difficulties are forgotten once you succeed. The
distresses you suffer are recorded as a victory and new experience in your brain.
It is not possible to explain it if you are in it, but it is inevitable for those who look at you from
outside to abandon. Working at a maritime-related business is beyond the depth of those average people.
You should have a high limit of patience, and you should be very big-hearted so that you will learn to save your life for your job and, if any, your family. Regardless of how much you like them, you will learn to
follow many social events only in newspapers, be capable of using time efficiently, and make it a principle to smile at the criticisms you receive. You will never think of, or even dream of, retirement. In my opinion, retirement of those in this business is like a womanizer getting older. Just as a womanizer cannot
accept that he has one foot in the grave, we, the shipping agents, cannot accept retirement after all this
busyness and eventful days. It is for this reason that many of us pass away with our boots on.
Don’t ask me how I know it, ok? May all the good days be yours and your families!
Love…

Mikrop Kana Karışınca!

Hiçbir işe sakın ama sakın ‘Aman canım hoşlanmazsam bırakırım.’ diyerek başlamayın.
Hele acenteliğe hiç!

Bu mesleğin mikrobu kanınıza hiç farkında olmadan yavaşça bulaşıverir. Rengi, tadı, kokusu falan olmadığından size ‘Denk gelirseniz en ücra köşeye kaçın!’ diyemem. Görüntü de arz etmez ki uzaktan tanıyıp dokunmadan geçebilesiniz.

Başlangıçta son derece zararsız ve kendi halindedir. İş rutin gibi görünür. Hatta birkaç gün sonra ‘Aaaaa ne güzel. Ben bu işi amuda kalkarken bile yaparım.’ şeklinde abuk düşüncelere kapılmanız işten bile değildir. Ortalıkta fazlaca doküman görünmediğinden durumu sadece gemi dosyalarından ibaret zanneder içindeki evrakı da havada karada öğrenirim diye düşünürsünüz.

Dünyada ne de güzel işler varmış deyip neşe içinde güne başlarken kafanızdan akşam programları bile yaparsınız. Sonra yavaşça siz işinizi toparlayıp çıkarken de arkada kalan bir takım insanlar olduğunun farkına varırsınız. Başlarda buna kafayı takmasanız da sonraları merakınız galip gelir ve sormak gafletine düşersiniz.

-Siz çıkmıyor musunuz Mahmut bey?
İşe gireli henüz birkaç gün olmuş çömezine bakan Mahmut bıyık altından yavaşça gülümser.
-Yok. Patron bu günkü nöbeti bana verdi.
Çömez kendisi ile dalga geçilip geçilmediğini tam anlayamadığından bozuntuya vermeden devam eder.
-Nasıl yani? Her gün nöbet mi tutmamız gerekiyor?
Nasıl yanisini anlatmak pek mümkün olmayıp üstüne bir de işi olduğundan Mahmut konuyu kısa keser.
-Şaka şaka. Henüz işim bitmedi Pınar hanım.
-Anladım.
Eh pek anlaşılmadı ama neyse ileride nasıl olsa anlaşılacaktır. Acaba yavaştan başlansa mı bu çömez bilgilendirilmeye? En doğrusu bu olacak galiba.
-Burada iş hiç bitmez ki…
Beriki halen konuya vakıf olamadığından hedef soruyu yineler.
-Şey ben çıkabilirim değil mi?
-Tabi… tabi ne zaman isterseniz.
-Hani kalıp da yardım edeceğim…???
Mahmut içine afakanlar basmış gibi olur. Yükleme limanından gönderilen manifestolar zaten birbirine girmiş durumdadır. Yüklenen ve gemiyi yakalayamadığından yüklenemeyen konteynerlerin ayrılması, listelerden düşülmesi hayli zaman alacaktır. Bunca işin arasında bir de bu çömezle uğraşacak hali hiç yoktur hani.
Adam sen de boş ver bu kuş birkaç gün daha özgür olsun. Sonrası Allah kerimdir nasıl olsa. Hem ne demişti patron? ‘Aman Pınar hanımı öyle başından ürkütmeyelim. Sonra maazallah kaçar. Bu personelin devam etmesini istiyorum. Yavaşça eğitirsiniz.’
Mahmut telaşla lafını kesti Pınar’ın.
-Yok… Yok siz işinize bakın. Acil bir durum yok.
Aceleyle konuşup bir de gülümsemeye çalışırken yüz kasları bir tuhaf olmuştu. Çömez çıkınca arkasından ağrıyan yüzünü ovuştururken bir yandan da düşünüyordu.
Nasıl yok oğlum Mahmut? Yarın bu manifestolar gümrüğe yetişmezse görürüm ben seni! Şansın varsa birkaç saat içinde toparlar gidersin eve. Aksi halde sabaha kadar kalır, işini tamamlar, eve gidip bir duş alıp yeniden geri gelirsin.
Ya bitecek ya da bitecek. Ne olursa olsun gemi gelmeden her şey hazır edilecek.
Adam sen de bir gece daha sabahlasa n’olur ki? Hem bu ne ilktir ne de son.
Mahmut bu durumu iyi bilir de daha geleli birkaç gün olmuş bu acente adayı nereden bilecek. Tıpkı mesleğe yeni girdiğim çömezlik yıllarımda benim de bilmediğim gibi.

Siz kendinize gelip ‘Ben ne yaptım?’ diyecek olduğunuzda olan çoktan olmuş, mikrop damarlarınızda, yüreğinizde, aklınızın her yerinde çoktan dolaşmaya başlamıştır.

İşte bundan sonradır ki gittiğiniz her memlekette gözleriniz ilk denizi sonra da limanı aramaya başlar.

İşte bundan sonradır ki geçtiğiniz her limanın önünden size tanıdık gelen gemilere eski birer dost gibi bakmaya başlarsınız.

İşte bundan sonradır ki geceleri rüyanızda konteynerleri sayar, tankerleri tahliye ettirir, gemiye kumanya bile gönderirsiniz.

Bu rüyanın biraz daha ileri safhası kaptanı aniden hastalanan (rüya bu ya ikinci yokmuş) bir gemiyi patlak veren fırtınadan kurtarmaktır. Bu rüyayı görmek hayra alamet değil, kafayı sıyırdığınıza delalet olduğundan kendinize hakim olmanız önemle rica edilir.

İşte bundan sonradır ki hayatınızı hep gemilerin geliş ve gidişlerine göre programlamaya başlarsınız.

Millet iki bayram arasında nasıl ki herhangi bir faaliyet yapmadan bayramların bitmesini beklerse siz de gemilerin gitmesini bekleyip varsa özel işlerinizi buna göre ayarlarsınız.
İşte bundan sonradır ki mikrobun vücudunuza tamamen yayılmış olduğunu anlarsınız.

Zordur bizim meslek zor olmasına ama zorlukları her başarılan işin ardından unutulmaya mahkumdur. Çektiğiniz sıkıntılar da aklınıza kazanılmış bir zafer ve öğrenilmiş birer deneyim olarak kaydedilir.
İçinde iken anlamak pek kabil değildir de dışarıdan size bakanların abandone olması kaçınılmazdır.

Normal seyirlerde dolaşan ve ortalama olan insanların harcı değildir denizle ilgili bir işte çalışmak.
Sabrınızın sınırı yüksek olacak, hayatınızı işinize ve varsa ailenize ayırmayı öğrenecek denli yüce gönüllü olacaksınız.
Her ne kadar sevseniz de çoğu sosyal etkinlikleri sadece yutkunarak gazetelerden takip etmeyi bilecek, zamanınızı iyi kullanmayı becerecek ve etraftan gelen eleştiri oklarını gülümseyerek karşılamayı ilke edineceksiniz.

Emekliliği düşünmeyecek hatta hayalini bile kurmayacaksınız. Bizim meslektekilerin emekliliği bana göre çapkın bir adamın yaşlanmasına benzer. Nasıl ki çapkın bir adam eski ve güzel günlerin ardından elden ayaktan düşmeyi hazmedemezse işte biz acenteler de bunca yoğun çalışma ve hareket dolu günlerden sonra emekli olmayı beceremeyiz.

İşte bu nedenledir ki; birçoğumuz neredeyse hep işinin başında can verir.
Nereden bildiğimi sormayın oldu mu?
Güzel günler sizlerin ve ailelerinizin olsun.
Sevgiyle kalın.

20 Mart 2009 Cuma

Gemiler neden Kadına benzetilir?

Biliyorsunuz Güzel Türkçemizde konuşur veya yazarken kadın ve erkek ayırımı yapılmaz. Cümle içinde bahse konu kişi için isim belirtilerek kadın ya da erkek olduğunun vurgulanması gerekir ki ortaya çıkabilecek olası hatalar önlensin, kimse kimseye surat asmasın.
Oysa tıpkı birçok dilde olduğu gibi İngilizce de de bu durum tam tersi olup kadına ya da erkeğe has ekler, sıfatlar ve kişi zamirleri kullanılarak bu ayırım belirtilir.

Tasamız Dilbilgisi dersi vermek değil elbette. Neredeyse hayatım boyunca kaçtığım bu dersin detaylarına girerek ne sizi ne de kendimi bunalıma sokmak niyetinde de değilim. Hatta açıkça gerekmese bu konunun uzağından yakınından geçmeye de niyetim yoktu.

Ancak denizcilik mesleği ile şu ya da bu şekilde ilgili olanlar bilir. Yapılan tüm konuşmalarda gemilerden söz edilirken daima kadın olduğuna dair vurgulamalar yapılır. Bunu Türkçe de fark etmek mümkün olmasa da İngilizce veya Fransızca kullanılarak yapılan konuşmalarda bu durumun farkına varmak neredeyse kaçınılmazdır.

Kökeni tam bilinmemekle beraber söylenen odur ki; gemilerin birer kadın olarak görülmesi alışkanlığı yüzyıllar evveline, denizci ve savaşçı bir millet olan Vikinglere kadar dayanmaktadır. Elbet Vikingler de bu yakıştırmayı bir takım sebeplere dayanarak yaptılar. Denizcilik literatüründe kimi anonim bir dolu hikaye arasında yer alanlara şöyle bir bakacak olduğumuzda gemilere neden kadın gözüyle bakıldığının esprili bir özetini verebilmek mümkün. İşte size bunlardan birkaç tanesi…

Denizin üzerinde salınarak yüzen bu zarif yaratıklar kadınlara benzer çünkü:
- Etraflarında daima büyük bir telaş yaşanır.
- Çevreleri hep onlarla ilgilenen bir dolu erkek tarafından kuşatılmıştır.
- Her kadın gibi onlarında zarif birer belleri vardır.
- Onların da tıpkı bir kadın gibi girintileri ve çıkıntıları mevcuttur.
- Gemileri güzelleştirmek istediğinizde bu size daima kutular dolusu boyaya mal olur.
- Sizi yıkacak tek masrafın boya olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. .Onların bir de düzenli olarak bakımları yapılmalıdır.
- Bazı yerlerini açıkça teşhir etseler de kimi yerleri hep gizli kalacaktır.
- Bir gemi onu idare etmesi için daima deneyimli bir erkeğe ihtiyaç duyar.
- Yanında yakınında deneyimli bir erkek olmadıkça gemiler hep kontrolsüzdür.
- Ne zaman limana girse mutlaka toslayacağı bir şamandıra bulacaktır.
Aslında bu maddelerin hepsine verilecek bir güzel cevabımız var! Hani boyasını, süsünü, girintilerini, çıkıntılarını bir kenara koyalım da… Şu son madde özellikle ilgimi çekti. Bildiğiniz üzere trafikte kadın sürücüler şu ya da bu şekilde eleştirilir ve her nedense erkeklerden daha berbat araba kullandıkları düşünülür. Oysa kazaların genel istatistiklerine bakılacak olduğunda büyük bir yüzdesinin erkeklere ait olduğu rahatlıkla görülecektir.
Bir kadın gözüyle baktığımda hoş bulduğum kısımları onaylasam da yazılan maddelerin tümüne katılmam kesinlikle mümkün değil. Ancak bir denizci olarak daima zarif ve gizemli bulduğum gemilerin dişi özellikleri olduğunun düşünülmesi elimde olmadan hoşuma gider.
Her ne kadar gemilerin kadın, onları idare edenlerin de erkekler oldukları düşünülse de günümüzde artık kadın kaptanlar da gemilerde hüküm sürmeye başladığına göre birçok kural gibi bu tabu da yıkılacağa benzer. Belki de yakında gemilerin ‘Erkek’ olarak adlandırılanları yeni sürümleri bile ortaya çıkabilir. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

16 Mart 2009 Pazartesi

14 Adımda Aşkı Ürkütmeyelim Terapisi

Biliyorsunuz bu ayın çok önemli bir özelliği var. 14 Şubatta birçoğumuz ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak üzere son hız hazırlıklara başladı bile. Bu günü bize armağan eden Aziz Valentin olsa da aşkı sevenler bugüne sahip çıkmayı bir görev bildi.

Bu özel gün için kimimiz vitrinleri süslüyor, kimimizse çarşılarda dolaşarak çılgın bir hediye arayışına giriyor. Hediyeler aşkın tatlandırıcıları olsa da bir takım kurallara dikkat edilmeden aşkı sırça köşkünde zarar vermeden muhafaza edebilmek pek mümkün değildir.

Hemen her aşkın farklı bir hikâyesi vardır. Bu duyguyu yaşayan iki kişinin kimi zaman hayatlarını alt üst eden, bazen de kendilerini cennette hissetmelerini sağlayan… Ama illaki vardır her aşkın kendisine özgü sıcacık bir öyküsü.

Öte yandan aşk her an ve her istediğinizde emrinize amade kapınızın önünde beklemez. Kimi zaman kalbiniz hiç kimse için çarpmadan uzun zaman dolaşır durursunuz.

Hangi aşk ne kadar sürer, hangisi derinden yakar veya rüzgâr misali gelir geçer bilinmez. Ancak sahip olduğumuzda bizlere mutluluk verdiği, yaşadığımızı hissettirdiği de bir gerçektir.

Bize mutluluk veren böyle özel bir duygunun sürecini uzatabilmek içinse onu ürkütmemek gerekir. Aşkın yaşandığı ilk zamanlardan itibaren bazı hassas noktalara dikkat etmek onun sürecini dolayısıyla sizin de mutluluğunuzu uzatır.

Aşk iki kişilik bir oyun olduğundan her iki tarafın karşılıklı çaba göstermesi gerekecektir. Bu arada biz kendimizden ve kendi hareketlerimizden sorumlu olduğumuzu bildiğimizde içimiz rahatlayacak işimiz daha da kolaylaşacaktır.

Aşk herkesin kendi özelidir ve kendi kişisel tecrübelerimizle yaşanır. Yaşanan her aşk kendine has dinamikleri içerisinde saklı tutmakla beraber, insan ilişkilerine dayanan bir olgu olması nedeniyle göz önünde bulundurulması gereken ortak noktaları da vardır.

Bunları aslında hepimiz biliriz bilmesine de özellikle ilk filizlenme dönemlerinde aklımız başımızda pek rahat duramadığından dikkatli olup kimi kurallara uymayı unuturuz. Bu durum da aşkımızı kaçınılmaz olarak zedeler ve bizi de mutsuzluğa sürükler.

Gelin isterseniz aşkı özenle saklamak için nelere dikkat etmemiz gerektiğine şöyle bir göz atalım.

14 Şubatta 14 kurala Dikkat!

-Aşk bir paylaşımdır. Bazen duyguları, bazen de küçücük bir sandviçi. Ama aşk paylaşıldıkça çoğalır, güzelleşir, güzelleştikçe de keyif verir.

-Bencil davranmamaya çalışalım. Her ne kadar duygularımız bu konuda bize baskı yapsa da karşımızda bulunan kişinin bir insan olduğunu, kendine has duyguları ve istekleri olduğunu, kimi zaman yalnız başına kalmak isteyebileceğini unutmayalım.

- Nedense aşkın çiftler arasında birbirlerine müdahale etmek hakkı verdiği düşünülür. Oysa müdahaleler kimi zaman karşımızdakini incitici boyutlara varabilir. Karşımızda bulunan insanı yaptığımız müdahaleler ile incitecek davranışlardan uzak durmak akıllıca olacaktır.

-Aşkı bizimle paylaşan insanı, davranışları nedeni ile sorgulamamaya özen gösterelim. İki farklı insanın bir araya gelerek kişiliklerinin aynı potada erimesi belli bir zaman gerektirecektir.

-Aşkımızı paylaştığımız insanla ortak yönlerimiz olmayabilir. Aşık insan her şeyi paylaşmak istediğinde bu arzusunu gerçekleştiremeyebilir. Bu da insanların yıpranmasına aşkın zarar görmesine neden olabilir. Kişiliklerimiz gibi davranış veya alışkanlıklarımızın da farklı olabileceğini hesaba katarak aşk sürecine hazırlıklı girmeliyiz. Aşkımıza zaman tanımayı, fevri yargılamalardan uzak durmayı öğrenmeliyiz.

-Aşk çeşitli süreçleri olan sonlu duygulardandır. Bitişleri düşünerek paniğe girmektense yaşadığımız anın en güzel şekilde tadını çıkartalım.

-Bundan önce hayatımızda var olan ve muhtemelen bundan sonra olacak arkadaşlarımızı da bu süreç içerisinde yok sayıp ihmal etmeyelim. Arkadaşlarımız bu aşktan önce de, şu anda da ve muhtemelen bu aşk bittikten sonrada yanımızda olacaklar. Diğer ilişkilerimizi ihmal etmeden yaşamaya devam etmemiz, hayatımızın akışının daha düzenli ve tanıdık olmasına yardımcı olur.

-Elimizde bulunan teknoloji harikası cep telefonlarını elbette kullanalım. Konuşalım, mesaj atalım. Ama unutmayalım bu aletler 24 saat kesintisiz iletişim halinde olmamız için icat edilmedi. Arada bir özlemek ve kendimizi özletmek için kesintisiz bağlantı halinde olma isteğimize gem vurmaya çalışalım.

-Aşık olduğumuz insanın var ise olan gizemlerine saygı göstermek için gayret edelim. Bunları öğrenmek için çabalamak karşımızdaki insanın bize olan güvenini zedeleyebilecektir. Öğrenmemiz gereken her ne ise, gereken en uygun zamanda bizim tarafımızdan öğrenilecektir. Hayata güvenimizi kaybetmeden yaşamak, iç huzurumuzu dengelememiz için bize yardımcı olacaktır. Huzurumuz bizimle olduğunda aşk daha keyifli yaşanacaktır.

-Kendimize değer vermeyi, bakımlı olmayı hiçbir zaman ihmal etmeyelim. Üstümüze başımıza dikkat ettiğimiz gibi ruhumuzun da dağılmaması için çaba göstermeyi unutmayalım. Bunun en kolay yollarından birisi de olumlu olup, hayata olumlu bakabilmeyi denemektir. Unutmayalım bizi ne kadar severse sevsin hiçbir zaman kimsenin duygularını hapsetmek ve emek harcamadan ona sahip olmaya devam etmek garantimiz yoktur.

-Seviyorsak, mutluysak, kendimizi gereksiz şeylerle yormak yerine bu mutluluğa teslim olmayı tercih edelim. Olumsuzlukları düşünmeyelim. Ne olacaksa bir kere olacaktır. Düşüncelere dalıp kendimizi zehirlememiz huzurumuza dolayısıyla da ilişkimize olumsuz yönde yansıyacaktır.

-Sevdiğimiz insanın yakınlarına, arkadaşlarına saygılı olmaya özen gösterelim. Biz nasıl davranırsak karşımızdaki insanlar da davranışlarını ona göre ayarlayacaklardır. Kaldı ki iyi niyetimize karşılık göremesek bile bu şuursuzluk yegâne karşımızda bulunan insana ait olacaktır bize değil.

-Güler yüzlü ve anlayışlı olmak için gayret edelim. Sadece biz değil etrafımızdaki insanların da olumlu olmaları için onları desteklemeye çalışalım. Unutmayalım mutluluk tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibidir.

-Seviyor ve seviliyorsanız hayata borçlanmış sayılırsınız. Borcunuzu etrafınızdaki insanları neşelendirerek ödemeye çalıştığınızda hayatı kendinize borçlandırmış sayılırsınız.

Herkesin sevgililer günü kutlu olsun.

Sevgiyle kalın.

60 Saniyede Yüksek Moral Depolama

60 Saniyede Moral Depolama:

Ne kadar güçlü, kendinden emin ve kendi ayaklarımızın üzerinde duruyor olursak olalım nihayetinde insanız. Doğamız gereği de kabul görmeye, beğenilmeye, motive edilmeye ihtiyaç duyarız.
Büyük ya da küçük, kadın veya erkek hepimiz takdir görmek için yaşar hatta bunun biz dünyayı terk ettikten sonra da devam etmesi için elimizden geleni yaparız. Bununda ayıbı yoktur.
Hayat koşullarına bakacak olduğunuzda hemen herkesin ortak problemleri olduğunu görürüz. Sabahları paldır küldür kendimizi yataktan dışarı zor atıp, öz bakımımızı yapıp, sürüne, sürüne giyindikten sonra bir acele işimize veya günlük koşuşturmalarımıza yetişmeye çalışırız.
Hele büyük bir şehirde yaşıyorsak zamanımızın önemli bir bölümünün yolda geçmesi riski olduğundan kimi zaman panik halde günü yakalamaya çalışır dururuz.
Bu arada kendimizi unutur, makyaj yapıp, traş olmak gerekmiyorsa aynaya bile bakmaya gerek görmeyebiliriz.
Zorunlu olarak aynaya gözümüz değdiğinde bu genellikle boş bir bakış olmaktan öteye gitmez. Neredeyse suratımızdaki sivilceyi bile geçmeye yüz tuttuğunda fark edip hayrete düşeriz.
Tamam aceleniz var, kabul ediyorum zamanınız kısıtlı, nihayetinde Marsta ikamet etmediğimizden hemen hepimiz zaman ile yarışmanın ne kadar güç olduğu yanında ne denli yorucu ve yıpratıcı olduğunun bilincindeyiz. Ama kendinizi motive etmek adına harcayacak 60 saniyenizde mi yok?
İnsan olduğumuzu, doğamız gereği takdir edilmek istediğimizi vurguladık. Pekala, o gün etrafımızdaki herkes kendi işleriyle meşgulse ve bizi onaylayacak tek bir cümle duymak şansımız yoksa ne olacak?
Gün boyunca ‘Beyaz atlı takdir prensi’nin bir şekilde bize ulaşıp takdir etmesini mi bekleyeceğiz?
Elbette bizim dışımızda kalan insanlardan takdir görmek güzel ve muhteşem bir motivasyon kaynağıdır. Ancak dilerseniz gelin özellikle sabahları bu işi hiç kimselere bırakıp kimseleri beklemeden kendimiz yaparak güne güzel bir başlangıçla ‘Merhaba’ diyelim.
*Güne Kendinize Günaydın diyerek başlayın:
Unutmayalım, biz birer bireyiz ve tartışmasız değerliyiz. Annemiz, babamız, çocuğumuz, öğrencilerimiz, çalışanlarımız, arkadaşlarımız, hiç kimse için değilse bile bu evrenin bir parçası olduğumuzdan biz değerliyiz.
O halde her sabah gözümüzü açtığımızda;
-Öncelikle kendimize günaydın diyerek günümüzün güzel geçmesini dileyelim. Kendimize ismimizle hitap ederek, örneğin ‘Sevgili Ayşe günaydın bu gün bol ışıklı ve güzel bir gün olsun senin için’ dediğimizde zannederim buna kimsenin bir itirazı olmaz ve pek fazla da zamanımızı almaz.
-İnsanın kendi kendisine ismi ile seslenmesi başlarda belki biraz komik gelebilir ancak denendiğinde kendimizle iletişime geçtiğimiz ve kendimizi kabul ettiğimiz için mutlak bir fayda sağlayacaktır. Öte yandan kendimize değer verdiğimizde başkalarının ne kadar değerli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.
-Bundan sonra sıra elbette diğer aile bireylerine günaydın demeye geldi ki, bunu yaparken yüzümüzde bir gülücük olmasına özen gösterelim. Yataktan kalkar kalkmaz, yüz kaslarımıza hareket verip, bunu bir gülücükle desteklersek, günün devamında, yüzünüzde bir gülümseme ile dolaşmanız daha da kolaylaşacaktır.


*Kendinizi şımartın:
-Değerli olduğumuzu kabul etikten sonra kendimizi biraz olsun şımartmayı da ihmal etmeyelim.
Acaba bugün canımız güne kahve ile mi başlamak ister, bir bardak bitki çayıyla mı, yoksa şöyle bir koca bardak süt veya çikolata mı? Genellikle süt veya bitki çayları daha sağlıklıdır bu kesin ancak karar size ait konu da kendinizi şımartmak olduğundan tercihinizi siz yapacaksınız. İçeceğimizi de seçtikten sonra bu aşama bitti.
Satırları okuyan bir kısım arkadaşların şöyle dediğini duyar gibi oluyorum ’Ne kahvesi ne sütü, ben dişlerimi fırçalayıp kendimi evden dışarı zor atıyorum’
Vakti bu kadar kısıtlı olanlara önerim evlerinde kağıt bardak bulundurmaları olacaktır. Evden çıkarken yanınıza yarım bardak kahve alıp hem yürüyüp hem de yudumlayalım. Denemeden ne kadar keyifli olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Aynaya bakma zamanı:
-Pamuk prensesin üvey annesi kötü ruhlu cadı bile aynaya bakıp kendisine iltifatlar yağdırıp kendisini motive ediyordu.
Dikkatinizi kendinize odaklayarak aynaya bakın. Sakın kenarda devrik duran diş macunu tüpüne veya arkalarda asılı duran ancak düzeltilmesi gereken havluya falan takılmayın. Sadece kendinize bakın. Kendinize iyi olan ve beğendiğiniz bir yönünüz için iltifat edin.
Bugünkü iltifat sebebiniz çocuklarla iyi iletişim kurmanız veya bir önceki gün başardığınıza inandığınız güzel bir iş olabilir. Konunun çok önemli olması gerekmiyor, sadece sizin beğenmiş olmanız yeterli. Kendinizi bu ufak başarı ile güzel ve değerli bulduğunuzu sesli olarak ifade edin.
-Bunu yaptıktan sonra hoşunuza giden fiziki bir özelliğinizi seçerek yine kendinize bu konuyu vurgulayın.‘Saçların çok parlak’ veya ‘Bu yeni diş macunu dişlerini daha çok beyazlattı’ gibi basit bir şey olabilir. Hiç birimiz dünya güzeli veya kusursuz yakışıklı değiliz. Sonuç olarak herkesin bir dönem taptığı, benzemek için uğraş verdiği Marylin Monroe bile kendisini beğenmediği bir dönem geçirmiş.
-Evden ayrılıp yola çıktığınızda, karşınıza çıkan ağaçlara, çiçeklere bakmayı, tanıdıklarınıza gülümseyerek günaydın demeyi de ihmal etmeyin. Çiçeklere bakmak sizi rahatlatacak, tanıdıklarınıza günaydın demekse hem onların hem sizin kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olacaktır.
-Güne güzel bir moralle başlamak öncelikle kendimize olan sorumluluğumuzdur.
Elbette gün içerisinde iyi, kötü, stresli olaylar gelip bizi bulacak ve kaçınılmaz olarak moralimizin de bozulduğu anlar yaşanacaktır. Bunların hayatın normal cilveleri olduğunu aklımızda tutup yaşadığımız sürece kimi zaman bizi rahatsız edebileceklerini kabuk etmek gerekir.
Önemli olan kendimizi olayları karşılayacak denli güçlü hissetmemizdir. Güne güzel bir başlangıç yapmaksa durumu kolaylaştıracaktır.
Bu arada kendimize günaydın dememiz, bir içecek ikram edip, tercih hakkı tanımamız veya ufak birkaç iltifat sözü söylememiz acaba 60 saniyeden fazla zamanımızı almış mıdır? Almamıştır diye düşünüyorum. O zaman lütfen güne güzel bir moralle başlamak adına bu bir dakikayı kendinizden esirgemeyin.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi