14 Mayıs 2009 Perşembe

Sözlerin Ve Düşüncelerin Büyüsü

Konuşurken kullandığınız olumsuz kelimelerin hayatınız üzerindeki negatif etkileri olabileceğinin farkında mısınız?
Peki ya söylediklerinizin, hatta düşündüklerinizin bile sizi nasıl kısıtlayabileceği veya sınırlarınızı ne kadar daraltabileceği konusunda herhangi bir fikriniz var mı?
Keşke söylemeseydim! Bunları aklıma bile getirmeseydim! Keşke hiç düşünmeseydim! Dediğiniz olaylarla karşılaştığınız oldu mu?
Peki ya konuştuğunuz veya düşündüğünüz şeylerin başınıza geldiğini gördünüz mü?
Zannederim hemen hepiniz bu tür duyguları zaman içinde yaşadınız.

Madem söylediklerimizin, hatta aklımızdan geçenlerin hayatımızda böyle değiştirici, yönlendirici ve güçlü bir etkisi var, o halde neden bu durumu kendi lehimize kullanmayı denemeyelim?

Öyle ya! Olumsuz kelimeler veya olumsuz düşünceler hayatımızı bu denli etkileyecek bir güce sahipse bu gücü hayatımızı olumlu yönde etkilemek ve daha mutlu olmak adına kullanmak daha mantıklı olmayacak mı?

Bunların yanı sıra, olumsuz sözler, düşünceler ve olumsuz kurulmuş cümlelerinde ikili ilişkilerimizi istenmedik bir şekilde etkilediği göz kapatılamayacak bir gerçektir.

O halde gelin bundan sonraki süreçte hep beraber, bu konuda neler yapabileceğimize şöyle bir göz atalım.

*Yaşanmışlıkları tarayalım.
Geçmiş, geçmiştir. Onu olduğu yerde bırakmak ve içinde bulunduğumuz ana yoğunlaşmak en akıllıca harekettir. Ancak eğer gelişimimize katkıda bulunacaksa, yaşadığımız olaylardan ders çıkarmak gerektiği de açıktır. Bu nedenle kimi zaman geriye dönük bir tarama yapmak hayatımızı daha kontrollü yaşamak için gerekli olacaktır.

Geçmişimize dönük inceleme yaparken birkaç noktayı göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Kendimizi incitmeden, söylenmiş sözler için pişmanlık duymadan, keşkelere takılmadan yolumuza devam etmeyi ilke olarak benimseyelim. Dikkat edeceğimiz bir diğer önemli konu da kendimize karşı açık olmayı becerebilmek olacaktır.

Diğer insanlardan kendimizi ve hissettiklerimizi gizlemek mümkün olsa da, olaylar bizim içimizde olup bittiğinden kendimizden gizlenmemiz pek olası değildir.
Kendimizi kandırmayı deneyebiliriz. Ancak bunu yaptığımızda bir süre sonra benliğimizi incitmek riskimiz doğacak bu da bizi mutsuz olmaya itecektir.

Dolayısıyla ne kadar açık ve rahat olursak düşünme sürecimizi o kadar sağlıklı kullanmış oluruz.
Bunlara gerekli özeni gösterdikten sonra yapacağımız hayatımızın önceki dönemlerini inceleyerek iki önemli noktayı bulmaya çalışmak olacaktır.
Acaba biz evvelce,
-Herhangi bir konuda olumsuz konuşup da bu durumun karşımıza çıktığını gördük mü?
-Sadece aklımızdan geçirmekle yetinip sonra da aynı durumu tüm olumsuzlukları ile yaşadığımız oldu mu?
Bulduklarımızı bir kenara koyup, yaptığımız hataları tekrar etmediğimiz sürece geçmişteki kayıplarımız bugünün kazanımları hanesine yazılabilir diye düşünüyorum. Bu kayıtlarımızı alıp daha sonra kullanılmak üzere bir kenara bırakalım.
Bu deneyim bize bundan böyle olumsuz düşüncelere kendimizi kaptırmamızın doğru olmadığını yeteri kadar göstermiştir zannederim.

*Şimdiki zaman taraması yaparak kendimizi inceleyelim.
İçinde bulunduğumuz günün, anın, yaptıklarımızın, düşündüklerimizin, ağzımızdan çıkanların daha çok farkında olalım. Farkındalığımız ne kadar açık olursa, var ise hatalarımızı yakalama ve tekrar etmekten kurtulma şansını yakalamak o denli yüksek olacaktır.
Evet, hepsi bundan ibaret. Yapmamız gereken söylediklerimize ve bunların sonrasında gelişen olaylara dikkat etmekten ibaret olacaktır.
Bu çalışmayı, yaşadığımız an içinde kendimiz ile ilgili farkındalığımızı arttırmak için yapmamız gerekecektir. Şimdi kendinizi hazır hissediyorsanız bir sonraki adıma geçebiliriz.

*Olumsuz düşüncelere son!
Kişilerin diğerleri ile olan anlaşmaları yanında kendileri ile olan anlaşmaları da mevcuttur. Kendimiz ile yaptığımız anlaşmalar da kendimize karşı tutarlı olmamız açısından önemlidir. Böylesi anlaşmalarda kuralları biz bozup biz koyduğumuzdan, zamana ve zemine göre hareket edebilme şansımız oldukça yüksektir.
Kendimizle yapacağımız anlaşma ise; oldukça basit, kısa ve net.
Kafamızdan geçen olumsuz düşüncelere bir son vererek, bunları hayatımızdan çıkarıp atmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Buna bir nevi ‘Düşünceler ile savaş’ da diyebilirsiniz.
Savaş evet ama sonunda bizim kazançlı çıkacağımız ve tek korunma silahımızın aklımız olduğu bir savaş.
Hoşumuza gitmeyen, bizi bunaltan, kötü yönde etkileyen, her ne düşünce var ise aklımıza geldiği ilk anda kafamızdan atarak bunun yerine olayın tam tersini ve olumlu olanını koyalım.
Elbette ilk zamanlar bunu yapmak zor veya olanaksız gelebilir. İnsani olan bu tepkilerimizi bu kez görmezlikten gelip kendimizi olumlu olmaya yöneltelim.

Düşünce değiştirme yöntemi:
Olumsuz düşünceleri olumlu olanlarla değiştirelim demiştik. Demekle kalmayıp küçük bir örnek verelim ki konu daha rahat anlaşılsın.
Diyelim ki sınava gireceğiz. Herkesin hayatında bir şekilde sınava girdiği zamanlar mutlaka vardır. Varsayalım ki başarısız olma ihtimali de bizi çok korkutuyor. Kafamızdan bunu bir türlü çıkarıp atamıyoruz. Yemek yerken, hatta oturmuş ders çalışırken bile bu konu bir yerlerden aniden kafamızın içine yerleşip, bize soğuk terler döktürüyor.
Yapacağımız tek şey kendimizi başarısızlık düşüncesinden kurtarmak için önlem almaktır.
Nasıl mı? Bu olumsuzluk aklımıza her ne zaman gelirse durup kendi kendimize tekrar edelim.
'Ben bu sınavı başarı ile atlatıyorum'
Burada dikkat etmemiz gereken şey; içinde bulunduğumuz anda sınava girmiş ve kazanmış gibi zihnimizi olumlamamız ve bu olumsuzluk kafamıza her ne zaman takılırsa aynı olumlamayı tekrar etmemiz.
*Olumsuzluk içeren kelimelerden ve cümlelerden uzak duralım.
Bu da kendimiz ile yapacağımız diğer önemli anlaşmadır. İnsanlarla ilişkilerimizde ve konuşmalarımızda daima olumlu cümleler kurmaya ve olumlu kelimeler kullanmaya özen gösterelim.
Nasıl mı yapacağız? Gelin ufak bir örnek ile hemen görelim.
Örneğin çocuklarla girilen diyaloglarda birçoğumuz nedense onların yapmamalarını istediğimiz şeyleri söyleriz. Çocuklar da inatla yaptıkları her ne ise bıkıp usanmadan aynını yapmaya devam ederler.
Olumsuz eklentili kelime ve cümleler özellikle çocuklarda belli bir direnç oluşturur. Dolayısıyla ‘Yapma!’ dediğiniz anda savaşı kaybetmişsiniz demektir.
İstediğinizin yapılmasını arzu ediyorsanız işin sırrı yapmalarını istediğiniz her ise onu söyleyerek duruma müdahale etmeyi denemektir.
Zannederim birçok anne baba çocuklarının koltuklara çıkıp zıplamalarından hoşlanmamaktadır. Tıpkı çocuklar gibi büyüklerde ‘Yapma!’ kelimesinden hoşlanmaz ve sonuna ma eklenmiş her türlü emir cümlesine direnç gösterir.
Ne kendimizi ne onları yormamak adına yapılması beklenilen veya istenileni olumlu kurulmuş cümleler ile ifade etmek, iletişimde başarı şansımızı arttırır.

*Suçlama dolu cümleler kurmaktan kaçınalım.
İnsanlarla ilişkilerimizde söylemek istediklerimizi zihnimizin içinde biraz evirip çevirerek ve mümkünse öncelikle kendimizi onların yerine koyarak söylemeyi deneyelim. Dikkat edin söyleyeceklerimiz öncelikle bizim kulağımıza hoş gelmeli.
Gerçekten haklı olduğumuza inandığımız zamanlarda dahi karşımızdakilerin durumu ile ilgili değerlendirme yapmadan ve düşünmeden konuşmaktan kaçınalım.
İnsanlar hata yapabilir. Hataları nedeni ile suçlama yapmak da en kolay yoldur. Ancak şurası da bir gerçektir ki, bizde dahil hiç kimse suçlanmaktan hoşlanmaz.
Konuşmaya suçlamalarla giriş yapmaksa diyaloğu daha başlatmadan bitirmenize neden olacaktır.
Suçlama yapmak yerine, hissettiklerimizi anlatmak onların da duruma bizim açımızdan bakmalarına zemin hazırlayacaktır.
Bir arkadaşımızın istenmedik bir davranışı karşısında bizde olumsuz bir cümle ettiğimizde olay genellikle pek tatlıya bağlanmaz, diyalog kapanabilir.
'Bu davranışın beni çıldırtıyor' gibi bir söylem karşısında insanlar ister istemez olumsuz tepkiler verebilirler.
Bunun yerine 'Ben bu davranışa üzüldüm' cümlesinin daha etkin bir sonuç alacağına inanıyorum. Üzüldüğümüzü ifade etmekle beraber direk suçlama içermediğinden kabul edilebilirdir.
Söylediklerimizin suçlayıcı olmamasına dikkat ettiğimizde insanların bizi dinlemeye daha istekli olacakları bir gerçektir. Böylelikle bizde hayatımızı ve ikili ilişkilerimizi daha kolay yürütmek fırsatı yakalamış oluruz.
*Düşüncelerimize ve hayatımıza sınırlar çizmekten vazgeçelim.
Aslında tek başına incelenmesi gereken özel bir konu olmakla beraber gerek düşüncelerimize ve gerekse hayatımıza koyduğumuz sınırlamalar bizi olumsuz etkileyeceğinden bu konunun üzerinde kısaca da olsa durmak gerektiğini düşünüyorum.
Şunu yapabilirim, bunu yapamam gibi düşünceler bizi kısıtlamaktan öteye gitmez.
İnsan olarak bizler güçlü varlıklarız. Ne var ki gücümüzü ancak karşılaştığımız zor durumlar karşısında sınayabilme olanağı bulabiliriz. Hayat bizi zorlamadıkça içimizdeki güçten haberdar olmadan günlük ve sıradan olayları yaşamaya devam ederiz.
Elmayı avucumuza koyan birileri varsa neden ağaca tırmanalım ki?
İyi de ya bir gün elma avucumuzun içerisine konulmazsa?
İşte o zaman gücümüzü denemek ve kendimizi bilmek zamanıdır!
Koşullar zor veya imkansız görünse de içimizde varolan gücümüz sayesinde konu her ne ise üzerine gidip uğraş verdiğimizde başarı kaçınılmazdır. Gerçek anlamda hiçbir güzellik önümüze altın tepsi içerisinde konulmaz. Dolayısıyla koşullara veya yapamayacağımız fikrine takılmak yerine, işin neresinden başlamamız gerektiğine bakalım.
Karşılaştığımız her zorlukta veya başarmak istediğimiz her işte öncelikle sakin kalmaya özen gösterelim. Olaylar arasında ayırım yapmadan her zaman ve her koşulda başarılı olacağımıza önce kendimiz inanırsak başarıyı elde etmede önemli bir adım atmış sayılırız.
Çalışmaya açık olup düşüncelerimizde kendimize engel koymaktan uzak kaldığımız sürece başarıyı yakalama şansımız her zaman daha yüksek olacaktır.

10 Mayıs 2009 Pazar

Her Limanda Bir Sevgili?

Bildiğiniz gibi seyahat etmek, uzak yerlere gidebilmek evvelki yıllarda her yiğidin harcı değilmiş. İnsanlar açıkça gerekmedikçe yerlerinden bile kımıldamaz, herkes kendi şehrinde yaşar, bir başka yere gitmesi için de genellikle önemli bir takım nedenleri olurmuş.
Seyahate çıkmak gerektiğinde günlerce düşünülür, ardından uzun uzun hazırlıklar yapılırmış.

Denizciler içinse bu durum oldubitti pek geçerli değildi. Onlar gemilerine binerek dünyanın en değişik yerlerine gider ve aylar boyu seyahat halinde olurlardı. Dünyanın farklı ve güzel kentlerini görme ayrıcalıkları bir yana hele o ‘Her limanda bir sevgili’ hikayeleri yok mu? Zannederim bu durum da herkes için ayrı bir kıskançlık konusuydu.

Ailelerinden devamlı uzak olmaları, hiçbir yere bağlı kalamadan okyanuslar ortasında bir deniz kabuğu gibi salınan gemide oradan buraya gitmeleri… Denizin kudurduğu zamanlarda dalgalarla boğuşmak zorunda kalmalarını es geçenler her limanda bir sevgilileri olduğu hayali ile denizcilerin hayatlarına şöyle bir iç geçirirlerdi.

Eh yalanda değil hani. İrili ufaklı gemiler, ambarlarındaki yüklerle bir limandan diğerine nazlanarak yüzerken zamanın ve şartların gereği uğrak yerlerinde indir bindir işlemleri nedeni ile epeyce bir vakit kaybedilirdi.

Gemi limanda uzunca bir süre geçirirse ne olacak? Elbette kaptan ve dahi mürettebat dışarı çıkacak, yemek yiyecek, alışveriş edecek, şehirle tanışacak…

Hele birde yükün düzenli olarak iki liman arasında taşındığını varsayacak olursak, çaresiz gidilip gelinen bu limanlarda çeşitli dostluklar kurulacak.
Aşklar, ayrılıklar, kavuşmalar yaşanacak. Mendiller sallanıp gözyaşları dökülecek. Kavuşmaların heyecanına sevgiliye bir ülkeden diğerine taşınan hediyeler eşlik edecek.

Alan memnun, satan razı iken bir zaman sonra malların ayrı ayrı taşındığı, hem yüklemeyi ve hem de tahliyeyi kolaylaştıran konteyner dediğimiz demir sandıklar icat edildi.

Konteyner gemilerinden sahipleri pek hoşnuttur da acaba kaptanları bu durumdan memnun mudur? İşte onu sormak lazım…
Arada bir gelen dökme yük gemilerini hesaba katmazsak (ki katmasak daha doğru, çünkü bir gelenin genelde bir daha gelmesi pek zor.) artık ne rıhtımda bir hafta kalan gemiler var, ne de adamcağızların işten güçten başlarını kaşıyacak vakitleri. Gemi geldi, iş altı edildi. İşi bitti derken gelmesi ile gitmesinin neredeyse bir olduğu denizciler tarafından bilinen bir gerçek. Hal böyle olunca da gemidekilerin sosyal hayata ayıracak vakitleri olacağı pek düşünülemez.
Bu durumda da gerek kaptanlar gerekse mürettebat bırakın şehir gezmeyi gemiden burunlarını bile çıkaramıyorlar.

Derdi bize mi düştü diyebilirsiniz. Düşmedi elbette ama konteyner gemilerinin artması ile denizcilerin sosyal hayat anlamında özenilecek bir taraflarının da kalmamış olduğu ortadadır.

Buna rağmen deniz halen cilve yapıp zorluk çıkartmaya, mürettebat problemlerle uğraşmaya, kaptanların da sinirleri halen gerilmeye devam etmektedir.
Tüm bu tantananın arasında zaten sosyal hayatı tamamen bitmiş olan denizcilerin de gerçek birer Polyanna olması gerektiği açıktır.

Bunu başaranlar var mıdır? Gemiler her şeye rağmen bir limandan diğerine koştuğuna göre evet! Bize de onları takdir etmek kolaylıklar dilemek düşmektedir. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.