27 Mart 2009 Cuma

Merhaba

Yıllar evvel Paulo Coelho’nun kitaplarından birinde bir atasözüne denk gelmiştim. ‘İyi huylu küçük keçi hiçbir zaman melemez.’Sizi bilmem ama ben daha melemeyen, sessiz, sakin, küçük bir keçiye denk gelemedim. Bugüne kadar gördüklerimin tamamı pek gevezeydi.
Ancak büyük üstadın sözü kullanarak anlatmaya çalıştığı bu değildi zannederim.
Sempatik bir cümle olması, birazda minik çocukları hatırlatması nedeniyle hiç aklımdan çıkmadı. Öte yandan bana çocukların sızlanışlarından çok devamlı ağlayıp şikayet eden insanların haklılıklarının aslında hep sorgulanması gerektiğini düşündürdü.
Doğaldır ki her insanın varmak istediği hedefler, gitmek istediği bir yol, bu yolda karşılaştığı büyük küçük problemler, yaşadığı mutsuzluklar vardır.
Tüm bunların ise ağlaya sızlaya vakit kaybedilerek halledilemeyeceği açık.
O halde ne yapmalı?
Küçücük bir çocuk gibi sızlanıp, şikayet edeceğimize, durumumuza bakıp; neredeyiz, nereye varmak istiyoruz, ve varmak istediğimiz yere ulaşmak için nelere ihtiyacımız var diye hayatımızı gözden geçirmemiz gerekir.
İşte kişisel ve ruhsal gelişim tamda bu noktada devreye girer. Birisi hayatta varmak istediğimiz hedeflerin sınırlarını zorlamamız için bize gereken güven ve desteği vererek kendimizi daha yakından tanımamıza yardımcı olurken diğeri de ruhsal anlamda bilincimizi daha üst seviyelere taşımamız için gözümüzü açar. Kısaca bu iki konu birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
O halde gelin, bugüne kadar yaptıklarınızı bir kenara bırakın ve bundan sonra neler yapacağınıza şöyle bir bakın. Yaşadıklarınızın yanlış olduğunu düşünmeden, hatalarınız altında ezilmeden, hepsini yaşanmış olması gereken ve size en azından bundan böyle ne yapmamanız gerektiğini hatırlatacak birer deneyim olarak kabul edip kişisel tarihinizde kendiniz için bir milat yaratın.
Unutmayın bunu ancak siz yapabilirsiniz, sizin yerinize bir başkası değil! Çünkü belki de artık sizin yol göstermeniz gereken sevgili minikleriniz var……
Sevgiyle kalın.

21 Mart 2009 Cumartesi

When Germ Invades Blood

Never ever begin something saying, “I can give it up, if I don't like it”. Particularly the shipping agent profession never!

The germ of this profession enters your blood slowly, and you do not become aware of it. Because it has no color, taste or smell, I cannot tell you to “Run away to the farthest corner if you come across it!”. You cannot see it from afar and pass by it without touching, for it is not visible. It looks quite innocent and modest in the beginning. The work seems routine. Even, a few days later, it is as easy as a pie for you to start thinking “How nice it is! I can do this even while I am doing a handstand.” Because there are not many documents around, you start thinking that the situation consists of only the ship files, and that you can learn their contents effortlessly. As you begin the day with the joy of thinking “How beautiful jobs there are in the world!”, you may even make plans for the evening. Then, as you slowly clear up the things and go out, you notice that there are some people behind still working busily. Even though you may not care in the beginning, your curiosity overwhelms you and
you make the mistake of your life by asking:
- Don’t you go home, Mr. So-and-so?
Knowing that she is a novice, Mr. So-and-so laughs up his sleeve
and says:
- No, the boss wanted me to have today’s watch.
Putting a bold face on for she cannot understand whether she is
being made fun of, the novice continues:
- How? Should we keep watch every day?
Because it is impossible to explain how, and further because he has
a lot to do, Mr. So-and-so cuts it short.
- I’m joking. I haven’t got through with my work yet.
- I see.
Well, it has not been understood well, but anyway, she will soon
understand it. Wonder they should begin informing this novice of the
realities of the profession. I think it would be better to do so.
- Work is endless here…
Because the novice is not cognizantof what is going on, she repeats her
target question;
- Well, I think I can go, can’t I?
- Of course… whenever you want.
- Actually, I would like to stay and help… but???
Mr. So-and-so feels he would get drown in boredom. Bills of lading from ports of loading have already been jumbled up. It would take ages for him to segregate the containers that were shipped and that were not shipped for they had been late for the vessel, and to write
them off the lists. He does not have the time to deal with this novice among all things he has to do. Take it easy; let this bird be free for a few days more. Tomorrow will take care of itself. Anyway, what did the boss say? “Do not scare Ms. Novice in the beginning. God forbid, she may run away. I want her to continue working here. You can train her slowly.”
He interrupted Ms. Novice in haste:
- No… No, please go ahead. There is no emergency.
The muscles on his face cranked up while he was trying to smile as he was talking. Once the novice went out, he began massaging his face, thinking:
“No emergency! Am I joking? I will see you tomorrow if these bills of lading are not delivered to the customs! If you are lucky, you can clear things up in a few hours and go home. Otherwise, you will have to stay awake all night to complete things, go home, have a shower and come back to the office again.
There is no choice other than clearing things up. Everything must be prepared before the arrival of vessels. Take it easy, you can stay up all night one more time. This is neither
the first nor the last.
Mr. So-and-so knows these things very well, but how on earth this novice shipping agent would know it. Just as him when he first began. Just as you gather yourself together and ask “What have I done?”, it is too late, the germ has already started wandering in your veins, heart, and every corner of your mind.
It is for this reason that your eyes begin to look for the sea first, and then the ports in every country you visit.
It is then that you begin seeing the vessels as old friends as you pass by a port.
It is then that you begin counting the containers, load and unload them, and even send supplies to ships in your dreams. A further stage of this dream involves rescuing a ship, whose master
has suddenly fallen sick (and there is no chief officer, but come on this is a dream!), from a storm. Having this dream is not a good sign. It means that you have gone nuts, and so we kindly request you
to keep your temper. It is then that you begin programming your life according to the departure and arrival dates of ships. While others do nothing between two holidays and wait for the holidays to end without any activities, you wait for the ships to go and program your private life accordingly.
It is then you notice that this germ has dispersed all around your body completely.
Yes, our profession is difficult,but all difficulties are forgotten once you succeed. The
distresses you suffer are recorded as a victory and new experience in your brain.
It is not possible to explain it if you are in it, but it is inevitable for those who look at you from
outside to abandon. Working at a maritime-related business is beyond the depth of those average people.
You should have a high limit of patience, and you should be very big-hearted so that you will learn to save your life for your job and, if any, your family. Regardless of how much you like them, you will learn to
follow many social events only in newspapers, be capable of using time efficiently, and make it a principle to smile at the criticisms you receive. You will never think of, or even dream of, retirement. In my opinion, retirement of those in this business is like a womanizer getting older. Just as a womanizer cannot
accept that he has one foot in the grave, we, the shipping agents, cannot accept retirement after all this
busyness and eventful days. It is for this reason that many of us pass away with our boots on.
Don’t ask me how I know it, ok? May all the good days be yours and your families!
Love…

Mikrop Kana Karışınca!

Hiçbir işe sakın ama sakın ‘Aman canım hoşlanmazsam bırakırım.’ diyerek başlamayın.
Hele acenteliğe hiç!

Bu mesleğin mikrobu kanınıza hiç farkında olmadan yavaşça bulaşıverir. Rengi, tadı, kokusu falan olmadığından size ‘Denk gelirseniz en ücra köşeye kaçın!’ diyemem. Görüntü de arz etmez ki uzaktan tanıyıp dokunmadan geçebilesiniz.

Başlangıçta son derece zararsız ve kendi halindedir. İş rutin gibi görünür. Hatta birkaç gün sonra ‘Aaaaa ne güzel. Ben bu işi amuda kalkarken bile yaparım.’ şeklinde abuk düşüncelere kapılmanız işten bile değildir. Ortalıkta fazlaca doküman görünmediğinden durumu sadece gemi dosyalarından ibaret zanneder içindeki evrakı da havada karada öğrenirim diye düşünürsünüz.

Dünyada ne de güzel işler varmış deyip neşe içinde güne başlarken kafanızdan akşam programları bile yaparsınız. Sonra yavaşça siz işinizi toparlayıp çıkarken de arkada kalan bir takım insanlar olduğunun farkına varırsınız. Başlarda buna kafayı takmasanız da sonraları merakınız galip gelir ve sormak gafletine düşersiniz.

-Siz çıkmıyor musunuz Mahmut bey?
İşe gireli henüz birkaç gün olmuş çömezine bakan Mahmut bıyık altından yavaşça gülümser.
-Yok. Patron bu günkü nöbeti bana verdi.
Çömez kendisi ile dalga geçilip geçilmediğini tam anlayamadığından bozuntuya vermeden devam eder.
-Nasıl yani? Her gün nöbet mi tutmamız gerekiyor?
Nasıl yanisini anlatmak pek mümkün olmayıp üstüne bir de işi olduğundan Mahmut konuyu kısa keser.
-Şaka şaka. Henüz işim bitmedi Pınar hanım.
-Anladım.
Eh pek anlaşılmadı ama neyse ileride nasıl olsa anlaşılacaktır. Acaba yavaştan başlansa mı bu çömez bilgilendirilmeye? En doğrusu bu olacak galiba.
-Burada iş hiç bitmez ki…
Beriki halen konuya vakıf olamadığından hedef soruyu yineler.
-Şey ben çıkabilirim değil mi?
-Tabi… tabi ne zaman isterseniz.
-Hani kalıp da yardım edeceğim…???
Mahmut içine afakanlar basmış gibi olur. Yükleme limanından gönderilen manifestolar zaten birbirine girmiş durumdadır. Yüklenen ve gemiyi yakalayamadığından yüklenemeyen konteynerlerin ayrılması, listelerden düşülmesi hayli zaman alacaktır. Bunca işin arasında bir de bu çömezle uğraşacak hali hiç yoktur hani.
Adam sen de boş ver bu kuş birkaç gün daha özgür olsun. Sonrası Allah kerimdir nasıl olsa. Hem ne demişti patron? ‘Aman Pınar hanımı öyle başından ürkütmeyelim. Sonra maazallah kaçar. Bu personelin devam etmesini istiyorum. Yavaşça eğitirsiniz.’
Mahmut telaşla lafını kesti Pınar’ın.
-Yok… Yok siz işinize bakın. Acil bir durum yok.
Aceleyle konuşup bir de gülümsemeye çalışırken yüz kasları bir tuhaf olmuştu. Çömez çıkınca arkasından ağrıyan yüzünü ovuştururken bir yandan da düşünüyordu.
Nasıl yok oğlum Mahmut? Yarın bu manifestolar gümrüğe yetişmezse görürüm ben seni! Şansın varsa birkaç saat içinde toparlar gidersin eve. Aksi halde sabaha kadar kalır, işini tamamlar, eve gidip bir duş alıp yeniden geri gelirsin.
Ya bitecek ya da bitecek. Ne olursa olsun gemi gelmeden her şey hazır edilecek.
Adam sen de bir gece daha sabahlasa n’olur ki? Hem bu ne ilktir ne de son.
Mahmut bu durumu iyi bilir de daha geleli birkaç gün olmuş bu acente adayı nereden bilecek. Tıpkı mesleğe yeni girdiğim çömezlik yıllarımda benim de bilmediğim gibi.

Siz kendinize gelip ‘Ben ne yaptım?’ diyecek olduğunuzda olan çoktan olmuş, mikrop damarlarınızda, yüreğinizde, aklınızın her yerinde çoktan dolaşmaya başlamıştır.

İşte bundan sonradır ki gittiğiniz her memlekette gözleriniz ilk denizi sonra da limanı aramaya başlar.

İşte bundan sonradır ki geçtiğiniz her limanın önünden size tanıdık gelen gemilere eski birer dost gibi bakmaya başlarsınız.

İşte bundan sonradır ki geceleri rüyanızda konteynerleri sayar, tankerleri tahliye ettirir, gemiye kumanya bile gönderirsiniz.

Bu rüyanın biraz daha ileri safhası kaptanı aniden hastalanan (rüya bu ya ikinci yokmuş) bir gemiyi patlak veren fırtınadan kurtarmaktır. Bu rüyayı görmek hayra alamet değil, kafayı sıyırdığınıza delalet olduğundan kendinize hakim olmanız önemle rica edilir.

İşte bundan sonradır ki hayatınızı hep gemilerin geliş ve gidişlerine göre programlamaya başlarsınız.

Millet iki bayram arasında nasıl ki herhangi bir faaliyet yapmadan bayramların bitmesini beklerse siz de gemilerin gitmesini bekleyip varsa özel işlerinizi buna göre ayarlarsınız.
İşte bundan sonradır ki mikrobun vücudunuza tamamen yayılmış olduğunu anlarsınız.

Zordur bizim meslek zor olmasına ama zorlukları her başarılan işin ardından unutulmaya mahkumdur. Çektiğiniz sıkıntılar da aklınıza kazanılmış bir zafer ve öğrenilmiş birer deneyim olarak kaydedilir.
İçinde iken anlamak pek kabil değildir de dışarıdan size bakanların abandone olması kaçınılmazdır.

Normal seyirlerde dolaşan ve ortalama olan insanların harcı değildir denizle ilgili bir işte çalışmak.
Sabrınızın sınırı yüksek olacak, hayatınızı işinize ve varsa ailenize ayırmayı öğrenecek denli yüce gönüllü olacaksınız.
Her ne kadar sevseniz de çoğu sosyal etkinlikleri sadece yutkunarak gazetelerden takip etmeyi bilecek, zamanınızı iyi kullanmayı becerecek ve etraftan gelen eleştiri oklarını gülümseyerek karşılamayı ilke edineceksiniz.

Emekliliği düşünmeyecek hatta hayalini bile kurmayacaksınız. Bizim meslektekilerin emekliliği bana göre çapkın bir adamın yaşlanmasına benzer. Nasıl ki çapkın bir adam eski ve güzel günlerin ardından elden ayaktan düşmeyi hazmedemezse işte biz acenteler de bunca yoğun çalışma ve hareket dolu günlerden sonra emekli olmayı beceremeyiz.

İşte bu nedenledir ki; birçoğumuz neredeyse hep işinin başında can verir.
Nereden bildiğimi sormayın oldu mu?
Güzel günler sizlerin ve ailelerinizin olsun.
Sevgiyle kalın.

20 Mart 2009 Cuma

Gemiler neden Kadına benzetilir?

Biliyorsunuz Güzel Türkçemizde konuşur veya yazarken kadın ve erkek ayırımı yapılmaz. Cümle içinde bahse konu kişi için isim belirtilerek kadın ya da erkek olduğunun vurgulanması gerekir ki ortaya çıkabilecek olası hatalar önlensin, kimse kimseye surat asmasın.
Oysa tıpkı birçok dilde olduğu gibi İngilizce de de bu durum tam tersi olup kadına ya da erkeğe has ekler, sıfatlar ve kişi zamirleri kullanılarak bu ayırım belirtilir.

Tasamız Dilbilgisi dersi vermek değil elbette. Neredeyse hayatım boyunca kaçtığım bu dersin detaylarına girerek ne sizi ne de kendimi bunalıma sokmak niyetinde de değilim. Hatta açıkça gerekmese bu konunun uzağından yakınından geçmeye de niyetim yoktu.

Ancak denizcilik mesleği ile şu ya da bu şekilde ilgili olanlar bilir. Yapılan tüm konuşmalarda gemilerden söz edilirken daima kadın olduğuna dair vurgulamalar yapılır. Bunu Türkçe de fark etmek mümkün olmasa da İngilizce veya Fransızca kullanılarak yapılan konuşmalarda bu durumun farkına varmak neredeyse kaçınılmazdır.

Kökeni tam bilinmemekle beraber söylenen odur ki; gemilerin birer kadın olarak görülmesi alışkanlığı yüzyıllar evveline, denizci ve savaşçı bir millet olan Vikinglere kadar dayanmaktadır. Elbet Vikingler de bu yakıştırmayı bir takım sebeplere dayanarak yaptılar. Denizcilik literatüründe kimi anonim bir dolu hikaye arasında yer alanlara şöyle bir bakacak olduğumuzda gemilere neden kadın gözüyle bakıldığının esprili bir özetini verebilmek mümkün. İşte size bunlardan birkaç tanesi…

Denizin üzerinde salınarak yüzen bu zarif yaratıklar kadınlara benzer çünkü:
- Etraflarında daima büyük bir telaş yaşanır.
- Çevreleri hep onlarla ilgilenen bir dolu erkek tarafından kuşatılmıştır.
- Her kadın gibi onlarında zarif birer belleri vardır.
- Onların da tıpkı bir kadın gibi girintileri ve çıkıntıları mevcuttur.
- Gemileri güzelleştirmek istediğinizde bu size daima kutular dolusu boyaya mal olur.
- Sizi yıkacak tek masrafın boya olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. .Onların bir de düzenli olarak bakımları yapılmalıdır.
- Bazı yerlerini açıkça teşhir etseler de kimi yerleri hep gizli kalacaktır.
- Bir gemi onu idare etmesi için daima deneyimli bir erkeğe ihtiyaç duyar.
- Yanında yakınında deneyimli bir erkek olmadıkça gemiler hep kontrolsüzdür.
- Ne zaman limana girse mutlaka toslayacağı bir şamandıra bulacaktır.
Aslında bu maddelerin hepsine verilecek bir güzel cevabımız var! Hani boyasını, süsünü, girintilerini, çıkıntılarını bir kenara koyalım da… Şu son madde özellikle ilgimi çekti. Bildiğiniz üzere trafikte kadın sürücüler şu ya da bu şekilde eleştirilir ve her nedense erkeklerden daha berbat araba kullandıkları düşünülür. Oysa kazaların genel istatistiklerine bakılacak olduğunda büyük bir yüzdesinin erkeklere ait olduğu rahatlıkla görülecektir.
Bir kadın gözüyle baktığımda hoş bulduğum kısımları onaylasam da yazılan maddelerin tümüne katılmam kesinlikle mümkün değil. Ancak bir denizci olarak daima zarif ve gizemli bulduğum gemilerin dişi özellikleri olduğunun düşünülmesi elimde olmadan hoşuma gider.
Her ne kadar gemilerin kadın, onları idare edenlerin de erkekler oldukları düşünülse de günümüzde artık kadın kaptanlar da gemilerde hüküm sürmeye başladığına göre birçok kural gibi bu tabu da yıkılacağa benzer. Belki de yakında gemilerin ‘Erkek’ olarak adlandırılanları yeni sürümleri bile ortaya çıkabilir. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi

16 Mart 2009 Pazartesi

14 Adımda Aşkı Ürkütmeyelim Terapisi

Biliyorsunuz bu ayın çok önemli bir özelliği var. 14 Şubatta birçoğumuz ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak üzere son hız hazırlıklara başladı bile. Bu günü bize armağan eden Aziz Valentin olsa da aşkı sevenler bugüne sahip çıkmayı bir görev bildi.

Bu özel gün için kimimiz vitrinleri süslüyor, kimimizse çarşılarda dolaşarak çılgın bir hediye arayışına giriyor. Hediyeler aşkın tatlandırıcıları olsa da bir takım kurallara dikkat edilmeden aşkı sırça köşkünde zarar vermeden muhafaza edebilmek pek mümkün değildir.

Hemen her aşkın farklı bir hikâyesi vardır. Bu duyguyu yaşayan iki kişinin kimi zaman hayatlarını alt üst eden, bazen de kendilerini cennette hissetmelerini sağlayan… Ama illaki vardır her aşkın kendisine özgü sıcacık bir öyküsü.

Öte yandan aşk her an ve her istediğinizde emrinize amade kapınızın önünde beklemez. Kimi zaman kalbiniz hiç kimse için çarpmadan uzun zaman dolaşır durursunuz.

Hangi aşk ne kadar sürer, hangisi derinden yakar veya rüzgâr misali gelir geçer bilinmez. Ancak sahip olduğumuzda bizlere mutluluk verdiği, yaşadığımızı hissettirdiği de bir gerçektir.

Bize mutluluk veren böyle özel bir duygunun sürecini uzatabilmek içinse onu ürkütmemek gerekir. Aşkın yaşandığı ilk zamanlardan itibaren bazı hassas noktalara dikkat etmek onun sürecini dolayısıyla sizin de mutluluğunuzu uzatır.

Aşk iki kişilik bir oyun olduğundan her iki tarafın karşılıklı çaba göstermesi gerekecektir. Bu arada biz kendimizden ve kendi hareketlerimizden sorumlu olduğumuzu bildiğimizde içimiz rahatlayacak işimiz daha da kolaylaşacaktır.

Aşk herkesin kendi özelidir ve kendi kişisel tecrübelerimizle yaşanır. Yaşanan her aşk kendine has dinamikleri içerisinde saklı tutmakla beraber, insan ilişkilerine dayanan bir olgu olması nedeniyle göz önünde bulundurulması gereken ortak noktaları da vardır.

Bunları aslında hepimiz biliriz bilmesine de özellikle ilk filizlenme dönemlerinde aklımız başımızda pek rahat duramadığından dikkatli olup kimi kurallara uymayı unuturuz. Bu durum da aşkımızı kaçınılmaz olarak zedeler ve bizi de mutsuzluğa sürükler.

Gelin isterseniz aşkı özenle saklamak için nelere dikkat etmemiz gerektiğine şöyle bir göz atalım.

14 Şubatta 14 kurala Dikkat!

-Aşk bir paylaşımdır. Bazen duyguları, bazen de küçücük bir sandviçi. Ama aşk paylaşıldıkça çoğalır, güzelleşir, güzelleştikçe de keyif verir.

-Bencil davranmamaya çalışalım. Her ne kadar duygularımız bu konuda bize baskı yapsa da karşımızda bulunan kişinin bir insan olduğunu, kendine has duyguları ve istekleri olduğunu, kimi zaman yalnız başına kalmak isteyebileceğini unutmayalım.

- Nedense aşkın çiftler arasında birbirlerine müdahale etmek hakkı verdiği düşünülür. Oysa müdahaleler kimi zaman karşımızdakini incitici boyutlara varabilir. Karşımızda bulunan insanı yaptığımız müdahaleler ile incitecek davranışlardan uzak durmak akıllıca olacaktır.

-Aşkı bizimle paylaşan insanı, davranışları nedeni ile sorgulamamaya özen gösterelim. İki farklı insanın bir araya gelerek kişiliklerinin aynı potada erimesi belli bir zaman gerektirecektir.

-Aşkımızı paylaştığımız insanla ortak yönlerimiz olmayabilir. Aşık insan her şeyi paylaşmak istediğinde bu arzusunu gerçekleştiremeyebilir. Bu da insanların yıpranmasına aşkın zarar görmesine neden olabilir. Kişiliklerimiz gibi davranış veya alışkanlıklarımızın da farklı olabileceğini hesaba katarak aşk sürecine hazırlıklı girmeliyiz. Aşkımıza zaman tanımayı, fevri yargılamalardan uzak durmayı öğrenmeliyiz.

-Aşk çeşitli süreçleri olan sonlu duygulardandır. Bitişleri düşünerek paniğe girmektense yaşadığımız anın en güzel şekilde tadını çıkartalım.

-Bundan önce hayatımızda var olan ve muhtemelen bundan sonra olacak arkadaşlarımızı da bu süreç içerisinde yok sayıp ihmal etmeyelim. Arkadaşlarımız bu aşktan önce de, şu anda da ve muhtemelen bu aşk bittikten sonrada yanımızda olacaklar. Diğer ilişkilerimizi ihmal etmeden yaşamaya devam etmemiz, hayatımızın akışının daha düzenli ve tanıdık olmasına yardımcı olur.

-Elimizde bulunan teknoloji harikası cep telefonlarını elbette kullanalım. Konuşalım, mesaj atalım. Ama unutmayalım bu aletler 24 saat kesintisiz iletişim halinde olmamız için icat edilmedi. Arada bir özlemek ve kendimizi özletmek için kesintisiz bağlantı halinde olma isteğimize gem vurmaya çalışalım.

-Aşık olduğumuz insanın var ise olan gizemlerine saygı göstermek için gayret edelim. Bunları öğrenmek için çabalamak karşımızdaki insanın bize olan güvenini zedeleyebilecektir. Öğrenmemiz gereken her ne ise, gereken en uygun zamanda bizim tarafımızdan öğrenilecektir. Hayata güvenimizi kaybetmeden yaşamak, iç huzurumuzu dengelememiz için bize yardımcı olacaktır. Huzurumuz bizimle olduğunda aşk daha keyifli yaşanacaktır.

-Kendimize değer vermeyi, bakımlı olmayı hiçbir zaman ihmal etmeyelim. Üstümüze başımıza dikkat ettiğimiz gibi ruhumuzun da dağılmaması için çaba göstermeyi unutmayalım. Bunun en kolay yollarından birisi de olumlu olup, hayata olumlu bakabilmeyi denemektir. Unutmayalım bizi ne kadar severse sevsin hiçbir zaman kimsenin duygularını hapsetmek ve emek harcamadan ona sahip olmaya devam etmek garantimiz yoktur.

-Seviyorsak, mutluysak, kendimizi gereksiz şeylerle yormak yerine bu mutluluğa teslim olmayı tercih edelim. Olumsuzlukları düşünmeyelim. Ne olacaksa bir kere olacaktır. Düşüncelere dalıp kendimizi zehirlememiz huzurumuza dolayısıyla da ilişkimize olumsuz yönde yansıyacaktır.

-Sevdiğimiz insanın yakınlarına, arkadaşlarına saygılı olmaya özen gösterelim. Biz nasıl davranırsak karşımızdaki insanlar da davranışlarını ona göre ayarlayacaklardır. Kaldı ki iyi niyetimize karşılık göremesek bile bu şuursuzluk yegâne karşımızda bulunan insana ait olacaktır bize değil.

-Güler yüzlü ve anlayışlı olmak için gayret edelim. Sadece biz değil etrafımızdaki insanların da olumlu olmaları için onları desteklemeye çalışalım. Unutmayalım mutluluk tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibidir.

-Seviyor ve seviliyorsanız hayata borçlanmış sayılırsınız. Borcunuzu etrafınızdaki insanları neşelendirerek ödemeye çalıştığınızda hayatı kendinize borçlandırmış sayılırsınız.

Herkesin sevgililer günü kutlu olsun.

Sevgiyle kalın.

60 Saniyede Yüksek Moral Depolama

60 Saniyede Moral Depolama:

Ne kadar güçlü, kendinden emin ve kendi ayaklarımızın üzerinde duruyor olursak olalım nihayetinde insanız. Doğamız gereği de kabul görmeye, beğenilmeye, motive edilmeye ihtiyaç duyarız.
Büyük ya da küçük, kadın veya erkek hepimiz takdir görmek için yaşar hatta bunun biz dünyayı terk ettikten sonra da devam etmesi için elimizden geleni yaparız. Bununda ayıbı yoktur.
Hayat koşullarına bakacak olduğunuzda hemen herkesin ortak problemleri olduğunu görürüz. Sabahları paldır küldür kendimizi yataktan dışarı zor atıp, öz bakımımızı yapıp, sürüne, sürüne giyindikten sonra bir acele işimize veya günlük koşuşturmalarımıza yetişmeye çalışırız.
Hele büyük bir şehirde yaşıyorsak zamanımızın önemli bir bölümünün yolda geçmesi riski olduğundan kimi zaman panik halde günü yakalamaya çalışır dururuz.
Bu arada kendimizi unutur, makyaj yapıp, traş olmak gerekmiyorsa aynaya bile bakmaya gerek görmeyebiliriz.
Zorunlu olarak aynaya gözümüz değdiğinde bu genellikle boş bir bakış olmaktan öteye gitmez. Neredeyse suratımızdaki sivilceyi bile geçmeye yüz tuttuğunda fark edip hayrete düşeriz.
Tamam aceleniz var, kabul ediyorum zamanınız kısıtlı, nihayetinde Marsta ikamet etmediğimizden hemen hepimiz zaman ile yarışmanın ne kadar güç olduğu yanında ne denli yorucu ve yıpratıcı olduğunun bilincindeyiz. Ama kendinizi motive etmek adına harcayacak 60 saniyenizde mi yok?
İnsan olduğumuzu, doğamız gereği takdir edilmek istediğimizi vurguladık. Pekala, o gün etrafımızdaki herkes kendi işleriyle meşgulse ve bizi onaylayacak tek bir cümle duymak şansımız yoksa ne olacak?
Gün boyunca ‘Beyaz atlı takdir prensi’nin bir şekilde bize ulaşıp takdir etmesini mi bekleyeceğiz?
Elbette bizim dışımızda kalan insanlardan takdir görmek güzel ve muhteşem bir motivasyon kaynağıdır. Ancak dilerseniz gelin özellikle sabahları bu işi hiç kimselere bırakıp kimseleri beklemeden kendimiz yaparak güne güzel bir başlangıçla ‘Merhaba’ diyelim.
*Güne Kendinize Günaydın diyerek başlayın:
Unutmayalım, biz birer bireyiz ve tartışmasız değerliyiz. Annemiz, babamız, çocuğumuz, öğrencilerimiz, çalışanlarımız, arkadaşlarımız, hiç kimse için değilse bile bu evrenin bir parçası olduğumuzdan biz değerliyiz.
O halde her sabah gözümüzü açtığımızda;
-Öncelikle kendimize günaydın diyerek günümüzün güzel geçmesini dileyelim. Kendimize ismimizle hitap ederek, örneğin ‘Sevgili Ayşe günaydın bu gün bol ışıklı ve güzel bir gün olsun senin için’ dediğimizde zannederim buna kimsenin bir itirazı olmaz ve pek fazla da zamanımızı almaz.
-İnsanın kendi kendisine ismi ile seslenmesi başlarda belki biraz komik gelebilir ancak denendiğinde kendimizle iletişime geçtiğimiz ve kendimizi kabul ettiğimiz için mutlak bir fayda sağlayacaktır. Öte yandan kendimize değer verdiğimizde başkalarının ne kadar değerli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.
-Bundan sonra sıra elbette diğer aile bireylerine günaydın demeye geldi ki, bunu yaparken yüzümüzde bir gülücük olmasına özen gösterelim. Yataktan kalkar kalkmaz, yüz kaslarımıza hareket verip, bunu bir gülücükle desteklersek, günün devamında, yüzünüzde bir gülümseme ile dolaşmanız daha da kolaylaşacaktır.


*Kendinizi şımartın:
-Değerli olduğumuzu kabul etikten sonra kendimizi biraz olsun şımartmayı da ihmal etmeyelim.
Acaba bugün canımız güne kahve ile mi başlamak ister, bir bardak bitki çayıyla mı, yoksa şöyle bir koca bardak süt veya çikolata mı? Genellikle süt veya bitki çayları daha sağlıklıdır bu kesin ancak karar size ait konu da kendinizi şımartmak olduğundan tercihinizi siz yapacaksınız. İçeceğimizi de seçtikten sonra bu aşama bitti.
Satırları okuyan bir kısım arkadaşların şöyle dediğini duyar gibi oluyorum ’Ne kahvesi ne sütü, ben dişlerimi fırçalayıp kendimi evden dışarı zor atıyorum’
Vakti bu kadar kısıtlı olanlara önerim evlerinde kağıt bardak bulundurmaları olacaktır. Evden çıkarken yanınıza yarım bardak kahve alıp hem yürüyüp hem de yudumlayalım. Denemeden ne kadar keyifli olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Aynaya bakma zamanı:
-Pamuk prensesin üvey annesi kötü ruhlu cadı bile aynaya bakıp kendisine iltifatlar yağdırıp kendisini motive ediyordu.
Dikkatinizi kendinize odaklayarak aynaya bakın. Sakın kenarda devrik duran diş macunu tüpüne veya arkalarda asılı duran ancak düzeltilmesi gereken havluya falan takılmayın. Sadece kendinize bakın. Kendinize iyi olan ve beğendiğiniz bir yönünüz için iltifat edin.
Bugünkü iltifat sebebiniz çocuklarla iyi iletişim kurmanız veya bir önceki gün başardığınıza inandığınız güzel bir iş olabilir. Konunun çok önemli olması gerekmiyor, sadece sizin beğenmiş olmanız yeterli. Kendinizi bu ufak başarı ile güzel ve değerli bulduğunuzu sesli olarak ifade edin.
-Bunu yaptıktan sonra hoşunuza giden fiziki bir özelliğinizi seçerek yine kendinize bu konuyu vurgulayın.‘Saçların çok parlak’ veya ‘Bu yeni diş macunu dişlerini daha çok beyazlattı’ gibi basit bir şey olabilir. Hiç birimiz dünya güzeli veya kusursuz yakışıklı değiliz. Sonuç olarak herkesin bir dönem taptığı, benzemek için uğraş verdiği Marylin Monroe bile kendisini beğenmediği bir dönem geçirmiş.
-Evden ayrılıp yola çıktığınızda, karşınıza çıkan ağaçlara, çiçeklere bakmayı, tanıdıklarınıza gülümseyerek günaydın demeyi de ihmal etmeyin. Çiçeklere bakmak sizi rahatlatacak, tanıdıklarınıza günaydın demekse hem onların hem sizin kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olacaktır.
-Güne güzel bir moralle başlamak öncelikle kendimize olan sorumluluğumuzdur.
Elbette gün içerisinde iyi, kötü, stresli olaylar gelip bizi bulacak ve kaçınılmaz olarak moralimizin de bozulduğu anlar yaşanacaktır. Bunların hayatın normal cilveleri olduğunu aklımızda tutup yaşadığımız sürece kimi zaman bizi rahatsız edebileceklerini kabuk etmek gerekir.
Önemli olan kendimizi olayları karşılayacak denli güçlü hissetmemizdir. Güne güzel bir başlangıç yapmaksa durumu kolaylaştıracaktır.
Bu arada kendimize günaydın dememiz, bir içecek ikram edip, tercih hakkı tanımamız veya ufak birkaç iltifat sözü söylememiz acaba 60 saniyeden fazla zamanımızı almış mıdır? Almamıştır diye düşünüyorum. O zaman lütfen güne güzel bir moralle başlamak adına bu bir dakikayı kendinizden esirgemeyin.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi