8 Nisan 2009 Çarşamba

Bosphorus – The OX Passage

Başlığı görünce aklınıza ne geldi bilmem ama sözünü edeceğimiz ünlü bir otel değil. Tarih boyunca çeşitli pazarlıklara konu olmuş boğazlarımızda gemiler geçiş yaparken yaşanan zorluklar, son dönemlerde üzerinde oldukça kafa yorulan kazalar veya kaza olma olasılıkları üzerine tutulan istatistikler değil. Bir süre evveline dek aklımızı epeyce meşgul eden ve yine boğazlarımızı konu alan 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö anlaşması hiç değil.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul boğazının güzelim manzarasını seyrederken aklıma birden mitolojideki o eski hikayesi takıldı. Yani boğazın boğaz olma meselesi… Nasıl mı? Gelin hep beraber derin bir nefes alıp mitolojinin tozlu sayfalarında şöyle bir gezintiye çıkalım. Efsanelerin ağızdan ağza dolaştığı yeraltı, yeryüzü, denizler ve hatta aşkın bile farklı tanrıların hakimiyetinde olduğuna inanıldığı o günlere şöyle bir uzanalım. Hemen her yaşamsal duruma ait farklı bir Tanrı olsa da bunların arasında Zeus’un yeri farklıymış. Mitolojik söylencelere bakılacak olduğunda Zeus hepsinin başı konumundaymış. Aynı zamanda da kadınlara zaafı olan uslanmaz bir çapkınmış. Söylenen o ki hüküm sürdüğü zamanlarda yanında yakınında bulunan ve beğendiği hiçbir hatun kişiyi es geçmemiş. Böyle çapkın bir adam eğer evliliklerin koruyucusu olduğu kabul edilen yüce tanrıça Hera ile evli ise neler olabileceğini varın artık siz düşünün. Kadıncağız bu durumda kendi evliliğinden başını kaldırıp da diğer evliliklerin kurtulması için çaba gösterecek vakti nasıl buluyordu bilemiyorum ama dedim ya ben mitlerin yalancısıyım.

Hiçbir zaman akıllı durmayan ve her seferinde bir şekilde karısına yakalanan Zeus günlerden bir gün de gönlünü İo adında bir kızcağıza kaptırmış. Artık aşık mı oldu, kendisine farklı bir eğlence olsun diye mi onun peşine düştü bilinmez. Öte yandan İo, Hera’dan korktuğu için uzunca bir süre itiraz ederek Zeus’tan kaçmış. Ancak tahmin edeceğiniz üzere bu sızlanmalar yüce Tanrı Zeus’un pek de umurunda olmamış. Zaten böyle durumlarda Tanrılar Tanrısını durdurmanın mümkün olmayacağını mitolojiyi az biraz bilenler bilirler. Günlerden bir gün Zeus tam Io’yu bir köşeye kıstırmışken birden karısı Hera’nın geldiğini haber almış.

Bir erkek olarak payen ne olursa olsun sonuç değişmez! Her zaman ve daima karından korkarsın. Bu kural Zeus için de bozulmadığından hemen durumu kurtarmaya çalışarak etrafı bulutlarla kaplamış. Böylelikle Hera’nın Io’yu görmeyeceğini ve vaziyeti savuşturabileceğini hesaplamış ama nafile…

Tanrıça Hera kocasının bu numaralarını artık ezbere bildiğinden etraftaki bu alakasız bulutları görünce şüphesi ikiye katlamış. Hemen derin bir nefes alıp bulutların üzerine üfleyerek dağılmalarını sağlamış. Zeus ise her tecrübeli adam gibi bu duruma da bir kılıf bularak Io’yu bu kez de bir öküze çevirmiş.

Hera ortalığı kolaçan edip herhangi bir kadına rastlamayınca biraz durulur gibi olmuşsa da birden kendisine saf saf bakan öküz biçimindeki Io çekmiş dikkatini. Artık içine mi doğdu, yoksa hırsını mı alamadı bilinmez ani bir kararla her şeyi bırakıp Io’nun üzerine gitmeye başlamış.

Io can havliyle kaçarken Hera da peşinden koşturmaya devam etmiş. Anlatılan o ki; bu amansız kovalamaca Ege kıyılarından başlayıp Karadeniz’e dek sürmüş. Can havli ile kaçan bir öküzün ayakları altında kalan kara parçaları da kimi yerlerden ayrılarak bu günkü Ox Passage ya da diğer adı ile Öküz Geçidi’ni oluşturmuşlar.

Baktığınızda bu kadar güzel bir yere neden bu ismin layık görüldüğünü anlayamasak da hikayeyi duyunca hak vermemek pek mümkün değil.

Adı her ne olursa olsun dünyanın en özel yerlerinden birisine sahip olduğumuz için şanslı bir ülke olduğumuz muhakkak. Her şey güzelliklerle bitmese de bu ayrıcalığa sahip olduğumuzu bilmek ve boğazın güzelliklerine bakarak içinde kaybolmak insanın moralini düzeltiyor ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi
(05/04/2009 tarihinde Haber Türk gazetesinde yayımlanmıştır.)

7 Nisan 2009 Salı

Kadından Kaptan Olur mu?

Evvelce kadınlar birçok iş alanından uzak tutuldukları gibi denizcilik sektörüne de pek yanaştırılmazlardı.
Bu gün kadınları memnuniyetle kabul edip çalışmalarına olumlu bakılıp başarılarına alkış tutulsa da, sektör yıllarca evvel bu kuralın en katı uygulandığı yerlerden birisiydi.

Gemilerinde kadın olmasına şiddetle itiraz eden denizciler içinde durum bundan pek farklı değildi. Şayet kaderin bir cilvesi ile kadın olarak dünyaya gelmişseniz yolcu taşıyan gemiler hariç diğerlerine binebilmeniz için ancak ölümden kurtarılmış bir kazazede ya da savaş sonucu elde edilmiş bir ganimet olmanız gerekirdi.

Belki narin yapıları, duygusal yanlarının ağır bastığının düşünülmesi ya da sebep bunlardan hiç birisi… Kim bilir? Tek bildiğim uygulamanın yüzyıllar boyu bundan ibaret olduğu.

Geçen zaman ile beraber ne olduysa oldu; kadınlar her şeyde olduğu gibi sabırlı davranıp sonunda yavaşça bu işin içine de sızmayı bir şekilde başardılar. Günümüzde durum artık o denli değişti ki kadınlar uzak yol kaptanlığı dahi yapabilecek bir konuma geldiler.

Eh tüm bu değişiklikler bir günde olmadı elbette. Süreç yavaşça ve son derece zararsız bir şekilde işledi. Hiç kimsenin ruhu duymadan sonunda olan oldu!

Kadınlar önce ofislerde sekreter olarak göreve başladılar. Telefonlara bakan, notları alan ve kimi zamanda mektupların yazılmasına yardımcı olan kadınları başlarda pek kimse hesaba almadı. Üstelik bu yeniliğe kimsenin itirazı olduğu da söylenemezdi.
O güne dek sadece erkeklerin hüküm sürdüğü ofislere dişilerin de boy göstermesi dikenlerin arasında yer alan bir gül gibi şefkatle onaylandı.

Hatta erkeklere kıyasla daha düzenli olmaları, etraflarının temizliğine dikkat etmeleri onların takdir görmelerine ve ayrıcalıklı tutulmalarına neden oldu. Üstelik giyim kuşamlarına da erkek elemanlardan daha fazla özen gösteriyorlardı ki bu da ofislerin daha kaliteli bir görünüme bürünmesini sağlamıştı.

Zaman içerisinde kadınlar ofisin içinde vakit geçirdikçe, işlerin telefonlara bakmak ve mektupları dikte etmekle sınırlı kalmadığını anladılar. Bu kez onlar yaparsa bizde yaparız iddiası gündeme geldi. Erkeklerin iki katı çalışmaya kendilerini mecbur hisseden bir psikoloji ile işe giriştiklerinden kısa sürede ön plana çıkmayı başardılar.

Onların bu kadarla yetineceğini zannedenlerse bir zaman sonra yanıldıklarını anlayacaklardı.
Maalesef bir süre sonra kadınlar erkeklerin yıkılmaz kalesi ve hamamlar hariç bir başlarına istedikleri muhabbeti edebilecekleri tek yer olan limana da el atmaya karar verdiler.

Erkekler bu durumu önce tuhaf bulup ‘Ne alaka canım’ diyerek hafif yollu itiraz ettilerse de yapılan baskılara dayanamadılar. Hemen hepsi kadınların şikayet edip somurtmasına dayanamadıklarından sonunda pes ettiler.
Başlarda edilen katı itirazlar sonunda ‘Götürelim canım kızcağızı o da görsün bakalım, liman nedir, gemi nedir? Nasıl yanaşır’ söylemlerine dönüşüverdi.
Kadınlarsa yeni tanıştıkları bu mekanı pek sevdiler. Öyle ki ofisin içine döndükleri zaman bile o tozlu rıhtımları, denizin mavi sularını, gemilerin suların içinde nazlanarak dönüşünü akıllarından çıkaramadılar.
Bunun üzerine cesaretlenip bir adım daha ileri gittiler. Kimisi ofisin içerisinde kalıp daha farklı ve önemli görevleri yapmayı tercih ederken kimisi de gemilere atlayıp uzak yollara açıldılar. İşin bu aşamasında hiç kimsenin yapacak bir şeyi kalmamıştı.
Çünkü artık kadınlardan da kaptan oluyordu.
Günümüzde her sektörde olduğu gibi Denizcilik sektöründe de kadınların yerlerini aldıklarını görmek mutluluk verici. Hele ki çocukluktan yeni çıkmış görüntüsünü halen koruyan gencecik kızlarımızı üniformaları içinde görmek benim için ayrı bir keyif.
Sevgiyle kalın.
Patricia Muradi
(Bu yazı Haber Türk gazetesinin 29/03/2009 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)